DÖNÜK SÜLEYMAN Başka bir dinden Müslümanlığa geçenlere bizde dönük derler. Ama bu dönük sözü çok dillendirilmez. Bir kuşak sonra birisinin dönük olduğu bile unutulur gider. Kentin belleği konumundaki Ziver Tekerek ya da Mehmet Bilal gibi kişiler ise bu ve buna benzer olayları hep belleklerinde tutarlar ya neyse. Mahallemizde bir Süleyman amcamız vardı, onulmaz sayrılıklara yakalanmıştı, çok da acı çekiyordu. Evinin kapısının yanında bir pınar vardı. Pınarın suyunun yarısı evin içindeki havuza, yarısı da sokaktaki havuza akardı. Onu hastalığının son döneminde ağrısı ve ateşi ile boğuşurken görür olmuştuk. “Allahım! Gavur idim Müslüman oldum, bu derdi çekemez oldum. Al da şu canımı kurtulayım!” diye inler ve ateşini dindirmek için başına sürekli su dökerdi. Süleyman amcamız gibi niceleri o günlerde dertlerine derman bulmakta çok zorlanırlar ve çok da acı çekerlerdi. ÇÜRÜK Çürük bizim mahallemizin varlıklı ve görgülü bir ailesinin çocuğu idi. Ben babasını da tanıdım. Benim tanıdığımda ilerlemiş hidroseli nedeniyle zor yürür olmuştu. Çürük ise doğuştan engelli idi. Zor yürür, zor konuşur dahası konuştuğu çok zor anlaşılırdı. Babasının ölümünden sonra yaşam onun için çok zor olmaya başlamıştı. Elinde avucunda ne varsa gitmişti ya da götürmüşlerdi. Pek düşkün olarak uzun yıllar yaşam savaşı vermiştir. Çürük ve onun gibi geçimini zor çıkaranlar, düşkünler kentimizde yas yerlerinde ve düğün yemeklerinde biraz da zorlayarak karınlarını tıka basa doyururlardı. Kuşkusuz bu kişiler öteki konukların iştahını kaçırmasın diye sofranın bir köşesine yerleştirilir ancak ilgide de kusur edilmezdi. Yemeğin bol gelenin az olduğu böyle bir yemekte Çürük ilkin iki lahmacunu götürür mideye. Lahmacunlar mideye inmeden fıstıklı pilav ve cacık gelir. Onu da bir çırpıda midesine indirirken dolmalar, sarmalar, içli köfteler önüne konur Çürük’ün. Çürük dolu mideye onlardan da indirir ister istemez. Artık yedikleri boğazına değin doldurmuştur midesini. İşte tam bu sırada bir tabak dolusu baklava konur önüne. İşte o zaman bir ağıt tutturur bizim Çürük. Ne oldu diye sorduklarında ise “Yiyemiyorum oy! Yiyemiyorum oy!” diye inler. Ona ağlamamasını baklavayı cebine koyup götürebileceği söylenir. O da öyle de yapar. Peçetelere sarılan baklavalar Çürük’ün cebine yerleştirilir. Aradan iki saat geçmiştir ama Çürük 500 metre uzaklıktaki evine gidememiştir. Dahası kaldırımda bir sağa bir sola dönerek ağlamaktadır. Ona neden ağladığı sorulduğunda ise “Gidemiyorum oy! Gidemiyorum oy!” diyerek inler. KÜLLÜK Kasaplar bugün de olduğu gibi sakatat da satarlardı. Bu işi mezbahanın önünde sallak denen kasap çırakları da yapardı. Sakatatı gezici olarak satan bir dayımız vardı, ona Küllük derlerdi. Ona neden Küllük dediklerini bilmiyorum. Asıl adı Mustafa idi. Kalın sopalara taktığı sakatatları “Kelle alaan” diye bağırarak satardı. Kelle ayak, karın, mumbar, çöz, bez sopasından sallanır, bu sakatatlarının üzerine yüzlerce karasinek konar, ara sıra Küllük mendilini sallayarak sinekleri kovalardı. Küllük ortalama esnaftan çok daha iyi kazanç sağlamıştır o yıllarda. ERKEK OYUNLARI Maraş’ta çocukların ve gençlerin oynadığı pek çok oyun vardı. Ne de olsa işsiz çoktu, eğlenceler sınırlıydı. Ben bunlardan belleğimde kalanlardan ve ilginç bulduklarımdan bir kısmını aktaracağım. SAPAN DÖĞÜŞÜ Sapan döğüşü iki topluluğun birbirlerine sapanlarla saldırdığı bir savaş oyunu idi. Her yıl birkaç kez yapılırmış eskiden. Ben bir ikisini anımsıyorum. Bu sapan döğüşünden ağır yaralananlar ya da ölenler bile oluyormuş. Son yapılan sapan döğüşünde (1959 yılı olmalı) bir kişi ölümden dönmüştü. Bu oyun 1960’tan sonra yasaklandı. Ama bizim bağımızda aşağı mahalle yukarı mahalle maçı 1964’e değin yapıldı. Bu oyunlarda (döğüşte) yenene Maraş yenilene de İngiliz derlerdi. GÜLLE Bilyeye gülle derlerdi eskiden. Camdan yapılan cıncık gülle olduğu gibi onun iki iriliğinde taştan yapılmış güllelerle de bu oyun oynanırdı. Büyük büyük adamların bile sokaklarda, kaldırımlarda gülle oynadığını anımsıyorum. O yıllarda kaldırımlar toprak olduğu için bu işe pek uygundu. Biz düğme dikerek oynardık gülleyi. Ama büyüklerin beş kuruş, on kuruş, bir lira gibi paralar dikerek bu oyunu oynadığına da tanık olduk, onlarınki basbayağı bir kumar idi. KÜSKÜÇ Küsküç diye bir ucu sivriltilmiş otuz otuz beş santim boyunda elle kavranabilinen odunlara denirdi. Sokaklardaki killi çamurlara bu odun parçaları büyük bir güçle atılarak çakılır, bu arada bu vuruşla çamura saplı başka bir küskücü yerinden çıkartan ya da deviren devirdiği küskücü kazanmış olurdu. Mahallesinde, sokaklarında killi çamuru olmayan çocuklar böyle toprakları ya da çamurları başka yerden getirirlerdi.