İçel Sanat Kulübü (San Kulüp) gezi grubuyla Gülnar’a 9 km. mesafedeki Meydancık kalesini gezdik. Gezi dönüşü Gülnar’da kısa bir mola verildi. Çarşı turu yaptık. Günlerden pazardı. Çoğu dükkan kapalıydı. Arkadaşlar Gülnar’a özgü nohut, üzüm, pekmez, ceviz...aldılar bir dükkandan. Ben de şöyle bir dolaştım. Bir lokantanın girişinde "Askıda yemek var." ibaresini gördüm. Hoşuma gitti. Avrupa'da uygulanan "Due caffee, une sospeso (İki kahve, biri askıda)" sisteminin bir benzeri. Bizde "Askıda ekmek" sistemini biliyorum. Yıllardır uygulanıyor. Hatta taa Osmanlıya kadar uzanan bir geçmişi var. "Askıda yemek" varmış, duydum. Ama bunun en güzel uygulamasını Gülnar'da gördüm. Küçücük bir aşevi. Lokanta küçük ama işletmecinin yüreği büyük. Gönlü gani insanların cömertçe açması kapılarını yemek parası olmayana. Hem de askıda hangi yemeklerden olduğunu çeteleyle işaretleyerek. O anda askıda dört döner, dört çorba, dört de o günkü yemek kuru fasulye, pilav gibi bulunuyor. Ve de "ALINIR VERİLİR" notu... Çok hoşuma gitti doğrusu. Ne güzel bir hayır! Veren alanı görmüyor. Alan vereni. Minnet borcu yok kimsenin kimseye. İşi buraya kadar getirdik. Şuaradan bir muhteremin ciğer parası anlatısıyla noktamızı koyalım. İstanbul’da güzel bir gün. Şairimiz İstanbul çarşısında dolaşmada. Şair. Sözcüklerin sultanı. Kelimelere hükmediyor. Gel gör ki o gün cebinde metelik yok. Vakit öğle sonrası. Yoruldu. Acıktı da. Bir ciğercinin önünde durdu. İçerden nefis kokular geliyor. Dayanamadı, girdi içeri. Yiyecek, içecek. Karnını doyuracak. Sonrası Allah kerim... Öyle yaptı. Yedi, içti. Aç karnını doyurdu. Gözünün önü açıldı. Kalktı. Geldi kasaya. Hesap verecek. Verecek de, nasıl verecek? Cepte yok beş para. Hani Orhan Veli der ya: “Cep delik, cepken delik, Kol delik, mintan delik, Yen delik, kaftan delik, Kevgir misin be kardeşlik !” Öyle işte. Kevgir gibi. Meteliğe kurşun atacak hallerde. Anlattı halini, ahvalini. Lokantacı zalim. Halden anlamaz: -Paran yoksa yemeseydin kardeşim! Ne yapsın bizimki? Bir esnaf tanıdığı var yakında. Gidip ondan para alıp gelse... Lokantacı bırakmıyor. Dedi ki lokantacıya: -Ben arkadaşıma bir not yazayım. Bu pusulayı gönder bir garsonla. Parayı o alsın, gelsin. Nitekim öyle yaptı. Bir kağıda şöyle yazdı: “Dağladı ciğerci diliyle ciğerim yaresini Ciğerim paresi, gönder şu ciğerin paresini” Garson pusulayı aldı, gitti. Az sonra da elinde ciğerin parasıyla döndü. Şairimiz derin bir nefes aldı. Yakasını kurtardı lokantacının elinden. Çıkıp gitti.