“Canbaz” Farsça’dan girmiş dilimize. Birleşik bir sözcük can-baz. “Canıyla oynayan” demek. Temel anlamı böyle. Biz söylenişini kolaylaştırmışız: “Cambaz” deyip dilimize uydurmuşuz. Peki at cambazı ne oluyor? At cambazı; at alıp satan, değişip trampa eden kişidir. Bu işle uğraşır. Hayvan pazarlarında dört dönerler. Bir atı en düşük fiyata alıp en uygun ederine satmak onların hüneri.  O sebepten “At cambazı” yaftasını vurmuşlar bu ticaret erbabına. Şimdi pek at cambazı yok. At yok ki alıp satan olsun. Çıkın hayvan pazarlarına. Satılık at bulmakta zorlanırsınız. At revaçtan düşeli çok oldu dostlar. Biz yetmişli yıllara gidelim. Bizim Yavaş İsmail, Kahraman’dan bir çift at aldı. Altıyüz lira saydı bir çift ata. İyi para...Kahraman, at cambazı. Oğulcuk’ta ve çevrede tanınır. Söyleyiş kolaylığından ona “Gahraman” derler. Atlar iyi tavlı, bakımlı. Tüyleri ıldır ıldır yanıyor. Yalnız birisi pek çifte çubuğa gitmiyor. Oynak. Arabaya koşuyorsun. Yan çiziyor. Huylu... İşte güçte gözü yok. Benim can arkadaşım Yavaş İsmail ne ettiyse bu atı yola getiremedi. Halbuki iyi bir at terbiyecisidir Yavaş can. “Hest” dedi vurdu.” Hişt” dedi yularından çekti. Sağrısını okşadı. Yelesinden tutup sevdi. Faydasız. Usandı. Götürüp satacak Boğazlıyan pazarında. Ama atları bu haliyle götürüp satmaya kalksa kimseler almaz. Oynak atı kim ne edecek? Yavaş düştü bir kere. Gahraman eline geçse bir kaşık suda boğar. Akıl akıldan üstün. Yavaş oğlan oynak ata bir yarımlık votka içirdi. Rakı içirmedi. Niye? Rakının kokusu foyasını meydana çıkarır. Bak şimdi bizim Yavaş da at cambazlığına soyundu. Bir ipte iki cambaz oynamazmış. Yok canım! Bir ipte tam üç cambaz... Hem de öyle bir oynuyorlar ki gayri kalsın. Cumartesi günü erkenden geldi mal pazarına. Atları görücüye çıkardı. Biraz sonra Horanlı bir müşteri geldi. Anlaştılar. Sekizyüz liraya işi bağladılar. Tam o sırada Taslama’nın Mısdafa (Mustafa) geldi. Horanlı’yı yakından tanıyor. Taslama, İsmail’in emmisinin oğlu. Dedi ki Horanlı’ya: -Arkadaş bu atlar sana yaramaz. Pazarlığı bozdu. Pişmiş aşa soğuk su kattı. İsmail kızdıysa da ses etmedi. Tam o sırada Kayserili bir at cambazı geldi. Baktı atlara. İsmail’in kulağına eğildi: -Atlara iyi bakmışsın. Şu doru olan niye öyle melül melül bakıyor? Ne kadar votka içirdin? İsmail şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. At cambazı devam etti: -Arkadaş, atlara ne isdiyon? Ben bunları satarım. Bin lira istedi Yavaş. Kayserili at cambazıyla hayırlaştılar. Yavaş’ın sırtından ağır bir yük kalktı. Pazarda biraz dolaştı. Dolaşıp molaşırken Kayserili’nin kendinden aldığı atları bindörtyüze birine sattığını gördü. Göz göze geldiler. At cambazı gülümsedi Yavaş’a. Anladınız değil mi? Üç tane cambaz: Kahraman, Yavaş İsmail ve Kayserili. Üçü de birbirinden merdane! Meydan yerinde nasıl oynadılar. Kahraman kimbilir kaça aldığı atları Yavaş’a altıyüze verdi. Yavaş Kayserili’ye bin liradan devretti. Kayserili de bindörtyüze okuttu. İşte bir ipte üç cambazın oynama serencamı böyle azizler...