Aşık Veysel; "Anlatamam derdimi, dertsiz insana…” demiş. Bir başka şiirinde ise; "Olmak istiyorsan dünyada mesut! Hakka, halka yarayacak bir iş tut. Çalıştır oğlunu, kızını okut. İnsan olmak için okumak gerek!”der.
Yani ne harika tespitler bunlar. Demek ki, dertsiz insana, dertlenmek(sırrını vermek) gerekmiyor. .. Çünkü seni anlamaz. Hani atalar demiş ye: “ Hekim hekim değil, başından geçen hekim!”
Ya da mutlu olmak için Hak’kın ve halkın razı olacağı şeyler yapmak gerek. İşte yazımızda bu iki konu üzerinde durmak istiyorum.
Çok sevdiğim bir şarkı vardı: “ Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye…” Yine bir halk ozanı da türküsünde: “ Dertli ne ağlayıp gezersin burda; ağlatırsa Mevlam yine güldürür!”buyurmuş, diline sağlık, yüreğine sağlık ozanlarımızın…
Demek ki, dert(sıkıntı) ile insan yaşıyor. Ama dertlerden şikayet etmekte yok, çünkü dertlerin kimden geldiğinin farkında olmak gerek. Öyle feleğe falan çatmak, sonradan girmiş kültürümüze ve bizden de değildirler.
Çünkü gerçek mümin; “ Lütfunda hoş, kahrında hoş diyebilme olgunluğuna erişendir. Yoksa eline mikrofonu alıp: “ Zalim felek, kırdın kanadımı kolumu..” diyerek isyanları oynarsın, Allah esirgesin bu duruma düşmekte çok tehlikelidir…
VAR İSEN DERDİN VARDIR
Kimilerine göre bu dünya yani var olmak çok güzel. Kimileri ise, işin farkında olmadığı için, yani öteye inanmadığı için, isyanları oynar. Şu varlık sebebi konusunda aslında Mevlana’ya kulak vermek gerek. “Varlık ve hayat kavramı, görenin ufkuyla doğrudan irtibatlıdır. Görme ufku geniş olanın varlık ve hayattan anladığı da o kadar geniş ve yüce olacaktır. Sıradan insanların anladığının aksine, Mevlânâ’ya göre varlık bu hissedilen dünyadan ibaret değildir. Bilakis gerçek varlık Mevlânâ’nın “adem” dediği ‘gayb alemi’ ve ‘mutlak varlık’tır.
Gayb âlemi varlık ve hayatın, bütün güzellik ve manevi zevklerin kaynağıdır. İnsanın, dünya hayatından önce bir ruhani hayatı vardı. Dünya hayatında da bütün gayreti o ruhani hayata geri dönebilmek içindir. Hayat kavramı da varlık kavramına bağlı olarak genişlemektedir. Mevlânâ’ya göre insan hayatı, bu dünyadan önce gaybda başlamış, dünyadan sonra da aynı şekilde gaybda devam edecektir. Bu nedenle ölüm, hayatın son noktası değil, bilakis yeni bir doğuş ve yeni bir başlangıçtır. Kıyamet de insan hayatının devamının nasıl olacağını belirleyecektir.
Allah, varlık ve hayattan tamamen ayrı olmayan gizli bir hakikattir ve görünen varlıklar onun varlığının bir yansıması ve iradesinin gereğidir.
İnsan da denizden ayrı kalan bir damla gibi Allah’tan uzakta kendini yalnız ve garip hissetmekte, tekrar kendi ilahi aslına dönmeyi arzulamaktadır. Bu nedenle onun Allah’la irtibatı korku ve ümitle
yapılan kullukla değil, sevgi ve ibadetledir…( Kay. Dergi Park/Rahman MOSHTAGH MEHR)
İNANMAK
Demek ki inanan insan sadece bu dünyaya bakmaz, zaten inanmış insan için dünya hayatı bir imtihan yeridir, bir gölgeliktir, bir çilehanedir…
Esas hedef, cemalini görmek….
Yunusumuz bu nedenle ne buyurmuş. “ Cennet cennet dedikleri birkaç huri, birkaç peri. İsteyene ver onları, bana seni gerek seni! Çünkü inanmış bir insana göre: “Allah, varlık dairesinin merkezi, hayatın başlangıcı, varlığın akışına yön ve güç verendir. Hissedilen âlem, Hakk’ın yaratıcılığının ve iradesinin yansıması,cemal ve celalinin tecelli yeridir.
Bakın hacca gidenler bilir, saatlerce Kabe’ye bakarsınız, kimi zaman o bakış dünyalara değer, gözünüzü alamazsınız oradan. Oysa, Kabe ‘taştan yapılmış bir bina’ göz ne bulmuştur, ne olabilir ki o bakışın derinliğinde?
Kâbe, yüce Allah’ın rahmetinin simgesi olan bereketli bir mekândırda ondan. Hz. Peygamber (a.s.m) “Kâbe’ye bakmak ibadettir.” diye buyurdu.(bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 34647).
Sonuç, kul dünya da yaşadığı sıkıntılarla imtihan oluyor. Çünkü O(cc) zül Celal’i vel İkram’dır. Dünya’da Celalini, ahirette ise Cemalini görüp ikramına ulaşacağız inşallah! Kalan sağlıcakla.