Ünlü Fransız yazarı Emile Zola’nın bir romanıdır Döl Bereketi. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevi’nin Dünya Klasikleri Serisi’nde yayınladığı bir kitap. Döl Bereketi’nde kalabalık bir ailede yaşamanın zorlukları ve güzellikleri işlenmiş. Böyle bir ortamda yaşamak ne denli sıkıcı olsa da bardağın dolu tarafını görebilmektir önemli olan. Geçip giden ömrün o anını zehir etmemektir. Emile Zola, adındaki “Emile”den dolayı ülkemizde çoklarınca kadın olarak düşünülür. Halbuki feminen değil maskulendir Emile Zola. Zola'nın Döl Bereketi’nde müthiş doğa betimlemeleri yer alır. Çayırlar, tarlalar, çiftlik evi... Roman kahramanları Methieu ve karısı Marianne kalabalık aileleri ile gurur duyan ve dölün bereketine inanan insanlardır. Toprak ananın çorak, verimsiz topraklarını bu inançları sayesinde cennete çevirirler. Döl Bereketi’nin bendeki çağrışımına gelelim. 1980’in ilk yılları. 12 Eylül sonrası. Sıkıyönetim var. K.Maraş Cumhuriyet Ortaokul’nda çalışıyorum. Bir sabah Milli Eğitim Müdürü Yardımcısı Ömer Işık yanında bir üsteğmenle gelir bizim okula. Okul kütüphanesinin demirbaş defterini incelerler. Üsteğmen, Emile Zola’nın Döl Bereketi kitabıyla Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Gönül Hanım’ını ister. Ben öğlenciyim. Biz Türkçe öğretmenleri kütüphanede nöbet tutuyoruz. Nöbetçi arkadaşım bulamaz kitapları. Ben öğleyin geldim. Müdürümüz Kemal Şekeroğlu alı al moru mor: -Yav hocam! Sıkıyönetimden iki kitap istediler. Şunları bul da gönderelim. Aman elini çabuk tut, dedi. Çıktım kütüphaneye. Kitapları buldum. İkisi de Milli Eğitim Yayınevi’nin yayınladığı kitaplar. Üsteğmen herhalde isimlerinden huylandı. Müstehcenlik mi sezinledi neyse?... Getirdim kitapları. Verdim müdüre. Gönderdik sıkıyönetime. Bir yandan da gülüyorum. Hani ne demişler: “Cehlin bu derecesi ancak tahsil ile mümkündür.” O hesap yahu. Güler misin, ağlar mısın? Bir şey çıkmadı tabii... Döl kelimesi soy, nesil,zürriyet,sulp anlamına gelir bilindiği gibi. Bir de ikileme vardır bu sözcükle yapılmış: Döl döş. Bizim Oğulcuk’ta “Gavır dölü” derler haşarı, yaramaz çocuklara... "Çocuğu olmayan,zürriyetsiz" anlamında kullanılır dölsüz. Bir de "döllü" var. Karşıtı "dölsüz"ün. Hatta bir demede geçer: "Kotü gabak döllü olur." diye. Ha, dölü kesilmek deyimini de yazayım. Bu deyim, çok yaşlanıp çocuğu olmaz duruma gelmek mânâsına geliyor. Yavaş İsmail, çocukluğunu 8 baş horantalı bir aile ortamında geçirmiş. Babası Alo (Ali), annesi Şirif (Şerife) kardeşleri Kiras,Hacabdılla (Hacı Abdullah), Zikrullah, Gulay (Gülay), Mehmet bir de kendisi. Bakmış benim Yavaş arkadaşım. Kendisi ufak tefek. Diğer kardeşleri babayiğit. Güçlü kuvvetli. Babası Alo pehlivan yapılı biri. Yapılısı fazla yahu! Pehlivan hem de... Annesi Şirif de dalyan boylu bir kadın. Bir gün sordu Yavaş, Şirif anaya: -Ana! Babam babayiğit. Bacılarım, gardaşlarım hep iri yapılı. Ben niye böyle galdım? Şirif ana kızdı: -Ben ne biliyim yavrım. Allah bilir. Yavaş oğlan lafı ağzından aldı anasının: -Ana ana! Sen doğruyu söyle. Sen daha iyisini bilin. Hanı bağda bosdanda bi şiyler oldu mu, demesiyle Şirif ana cin atına bindi: -O nasıl laf lan? Sen halis hulüs babayın dölüsün, dedi. Yavaş’ın lafını ağzına tıkadı.