Sanat yapıtı içten geleninifadeye dökülmesidir (expression) ve öbüryandan içten gelenin biryeniden-yapımı olan bu ifadenin kendisi, seyreden (estetik süje) içinduygu-uyancı bir obje (Reizgegenstand) olma işlevi taşır.

Bu yüzden sanat yapıtı, hiçbirşekilde bir şeyin, bir izlenim ya da etkilenimin taklidi değildir; tam tersineo, bizzat bir ifade, dışa vurulmuş bir şey (bu anlamda; artık tin- sel birnesnellik kazanmış şey) olarak, en bireysel bir gerçeklik taşır. 1

“Akıl, organik yaşamınişleyişlerinde yer alan anlamlar dizgesinin tümünü kapsar. sürekli biraydınlıktır o; bilinçlilikse kesintili olup, değişken yoğunluklu parıltılardizisidir.” 2 Güncel olayları bizim için anlamlı kılan örgütlü anlamlar bütünüdemek olan bilinç, olup biten etkinliklere her zaman katılmaz.

Kimi zaman bocalar ve tutulur vehatta “ kendimi ifade edemiyorum” cümlesini bile kullandığımız olur. İşte ozaman, şimdiki uyarlamayla etkinleşen anlam akışı durgunlaşır. Düş veduygularımızı içsel dünyamızda serbest bırakırız. Böylece anlatamadığımızşeyler içimizde patlamayı bekleyen birer enerjiye dönüşür. Bu patlamalar kimizaman müzik kimi zaman şiir kimi zaman da resim olarak somut bir anlam kazanır.Kendini kendin de saklayan yaratılmışın kendiliğinden-konumu aracılığıyla,yaratıcıdan da bağımsızdır o. Kendini saklayan, şey ya da sanat yapıtı, birduyumlar kitlesidir, yani algılam ve duygulamların bir bileşimidir. Bubirleşimle aslında ifade etmek isteyipte edemediğimiz şey ya da sanat yapıtı,ortaya koyulduktan sonra onları oluşturanlardan bağımsız varolurlar.Duygulamlar da artık duygular ya da duygulanımlar değildir, onların içindengeçen kişilerin kontrolünden çıkarlar. Duyumlar, algılamlar ve duygulamlar,onları anlamaya çalışan seyircinin yüklediği anlamlar sonucunda kendi kendileriyledeğer kazanan ve her türlü yaşanmışlığı aşan varlıklar haline gelirler. Onlarıninsanın yokluğunda oldukları söylenebilir, çünkü insan, taşta, tuval üzerindeya da sözcükler boyunca ele alındığı şekliyle, kendisi de algılam veduygulamların bir bileşimidir. Sanat yapıtı bir duyum varlığından başka bir şeydeğildir: kendi kendisinde varolur.

“Bir estetik yönelimdeduyumsaldan duygusala ve duygusaldan düşünsele kesintisiz uzayan çizgi üzerindeher şey ben’le nesnenin buluşması açsından önemlidir. Duyumsalda başlayan hazserüveni düşünselde son bulur, bir başka deyişle tüm duyumsal ve duygusal gereçdüşünsellikte bir anlam kazanır.

Demek ki düşünce de bedendegerçekleşir, ancak o duyumsaldan oldukça uzaktadır ya da ileridedir, bir üstbedensel etkinliktir, duyumsalı ve duygusalı içerecek biçimde kendini ortayakoyarak estetik yargıya olanak verir ya da estetik yargıya temel olur. Sıradanbir haz yaşanır ve geçer. Objede bir hoşluk doygusu bırakarak söner. Düşüncekatına yükselen haz, sanatın özünü oluşturur.

Düşünülmüş her şey gibi kalıcı,bir yanı vardır onun, en azından dönüşerek varlığını sürdürür.”3

Croce’ye göre, “ Deneyim veduyumlarımıza anlam kazandıran, imgelemlerdir.”4


Paul Gauguin, Melankolik
Ona göre, sanatsal anlatım, yoğun duygulanım ve duyguların deneyci felsefe iledeğil, ancak ve ancak bütünüyle imgelerden meydana gelen yeni bir dil ileanlatılabileceğini öne sürmüştür. Bu bağlamda, sanat, insan varlığını geçmiştenbugüne doğru dönüştüren çok önemli tinsel bir uğraştır. O, sezgi imgeleri ilemantıksal düşünme birbirinden ayrı şeyler olduğunu; klasik kuramcılarıniddialarının aksine, sanatın mantıkla değil, sezgiyle ortaya çıkabileceğini önesürmüştür. Croce’ye göre, sezgisel ve sanatsal bilgi algının önünü açmakta; buda yaşam deneyimini etkilemektedir. Croce olgunluk döneminde sanat yapıtınınmutlaka lirikliği içermesi gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca, gerçek bir sanatyapıcı; işlevsel, ahlaki ya da felsefi olma kaygısıyla yaratılmamasıgerektiğini belirtmiştir.
“(…) Sanat söz konusu olduğunda, en yalın biçimde şöyle yanıtlayabilirim hemen:sanat bir görüş ya da seziştir. Sanatçı bir imge ya da resim üretir. Sanattantat alan biriyse yüzünü sanatçının ona gösterdiği yöne çevirir ve kendisi içinaçılmış olan delikten bakarak, kendinde sanatçının imgesini oluşturur. “Sezgi”,“ufukluluk”, “yoğunlaşma”, “düşleme”, “buluş”, “betimleme”, “ifade etme” vb.sanat üstüne tartışmalarda neredeyse eş anlamlı olarak sık sık kullanılansözcüklerdir. Hepsi de zihnimizde aynı kavramın ya da evrensel fikir birliğininbir işareti ortaya çıkmasına yol açar. Bu tanım her şeyden önce, belirli renkya da renk birliktelikleri, vücut biçimleri, ses ya da ses birliktelikleri, ısıya da elektriksel olgular kısacası fiziksel kavramın içine giren her şeybağlamında sanatın fiziksel bir gerçeklik olduğu savını dışlar.(…)” 5