Yerel basın sayı olarak bugünkünden az idi ama çok etkili idi. O günlerin gazetelerinden Işık, Memleket, Engizek, Demokrasiye Hizmet, Maraş’ın Sesi belleğimde kalanlardır. 1950’li yıllarda telefon kullanımı çok azdı. İlkin santrale numarayı söyler öyle bağlantı kurulurdu. Kent dışı için postaneye istem yazılır, sonra da beklemeye geçilirdi. Uzak yerlerle telefon bağlantısı kurmak için günlerce beklenildiğini anımsıyorum. Bir kent dışı telefonlaşmada herkesin evinde telefon olmadığı için çağrılı olarak telefon edilirdi. Çağrılan kişi postaneye gider ve kendisini arayanla öyle konuşurdu. Parası olmayanlar ödemeli telefon açabilirlerdi. ELT, Acele ve Yıldırım adlarıyla telgraf en hızlı iletişim yollarından biriydi. Uzak yerlerle en yaygın iletişim aracı telefon idi. Mektupların da Uçak ve Ödemeli gibi değişik türleri vardı. Ödemeli mektupları daha çok postacılar kullanırdı. Mektupla iletişimin yaygın olduğu yıllarda pul koleksiyonculuğu da yaygındı. İlkokulda öğretmenimizin yönlendirmesi ile bizim sınıf toptan bir koleksiyoncu olmuştu. ÖNEMLİ YAPILAR KALE Kentin tam göbeğinde bulunan Maraş Kalesi yığma bir tepenin üzerinde bulunmaktadır. Buradan çıkarılan buluntular Maraş Kalesi ve höyüğündeki ilk yerleşmenin İlk Tunç Çağına değin gittiğini göstermektedir. Bu da bu kalenin en az beş bin yıllık bir yerleşim yeri olduğunu kanıtlar. Evliya Çelebi’nin yazdıklarına göre kalenin kapısında birbirine bakan dört aslan heykeli vardır. Uzun yıllar İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde sergilenen aslanlardan birisinin tüm bedeni Hitit hiyeroglif yazısı ile kaplıdır. Maraş Aslanı olarak bilinen bu heykelin üzerindeki yazıda Gurgum krallarının soyağacı verilmektedir. Bu yazılarda ayrıca bu yerin tanrılara adanmış bir kutsal alan olduğu belirtilmektedir. Kalenin ilkin Romalılarca İ.Ö. 1.- İ.S. 2. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılmaktadır. Maraş Kalesi bir höyük olarak önemli bir kültür varlığıdır. Buna karşın burası uzun yıllar düğün salonu, çay bahçesi, pastane gibi amaçlarla kullanılmış ve dokusu büyük zarar görmüştür. Bir ara işler değişmiş gibi idi. Bu gerçeğin anlaşılmakta olduğu ve bu tür işlevlerinden arındırılmakta olduğu düşüncesine kapılmıştık. Ancak orada bir minyatür kent müzesi ve benzer yapıların yeniden konuşlandırılması bu umudumuzu da silip atmıştır. Umarız Kültür Bakanlığımız buranın önemine uygun olarak kazısını ve onarımını tamamlar da bir daha buraların çarçur edilmesi engellenmiş olur. Bu konuda olumlu duyumlarımız var ve yine umarız bu duyumlar gerçekleşir. ULU CAMİ Ulu Cami Dulkadiroğlu Süleyman Bey döneminde 1442-1454 yılları arasında yapılmıştır. Oğlu Alaüddevle Bey ise bu camiyi yenilercesine onartmıştır. Ayrıca cami çevresinde bugün yitip gitmiş olan han, hamam, medrese ve zaviyeden oluşan bir de külliye yaptırmıştır. Cami ve öteki yapılarda Selçuklu ve Memluklu mimari özellikleri öne çıkmaktadır. Dullkadirlilere özgün bir yapı sanatının izlerine denk gelinememektedir. Dulkadirli yapıtlarının büyük çoğunluğu depremler, yangınlar ve umursamazlıklar sonucu ya yitip gitmiş ya da özgün yapısı büyük değişikliklere uğramıştır. Bütün bunlara karşın cami ahşap yapılara örnek olacak denli görkemli bir biçimde varlığını sürdürmektedir. 1950’li yıllarda minarenin çevresinde namaz vakitlerinin belirlendiği muvakkithane daha yıkılmamıştı. Orayı müezzinler özel bölümleri gibi kullanırlardı. O yıllarda ramazan aylarında iftar vakti minareye çıkmış olan müezzine bayrak sallanarak bildirilirdi. İftar vaktinin geldiği bilgisine ulaşan müezzin de elindeki bayrağı alır kaleye doğru sallardı. Kalede topun başında fitili ateşlemeye hazır olan görevli de hemen topu ateşlerdi. Kalede topun patlamasıyla birlikte tüm camilerde akşam ezanı okunurdu. Bu gelenek saatlerin yaygınlaşması ile bozuldu. Sonra da muvakkithane yok oldu. Caminin batı bölümünde üst yoldan da girilebilen, bugün caminin iç bölümünde olan bir de “Bey Mahfili” vardı. HATUNİYE CAMİSİ Alaüddevle Beyin hanımı Yavuz Sultan Selim’in anneannesi Şems Hatun adına yapılmıştır. Cami, türbe ve bahçede önemli değişiklikler yapılmıştır. Minaresi ise özgün biçimini korumaktadır. DİVANLI CAMİSİ Bin dokuz yüz yetmişlere değin kentteki çift şerefeli tek cami idi. Cami ve minare özgün yapısını oldukça korumuş olsa da avlu, medrese ve öteki yapılar günümüze ulaşamamıştır. Kubbesiz yapıların güzel bir örneğidir. Günümüzde bu alışılmış yapının dışına çıkılabilmiş bir de Uncular Camisi yapılmıştır. Divanlı Camisini de içine alan bir abartılı tekerleme şöyledir: “Ahırdağı’na depik vurduk geri dur diye Duvannı minaresini belimize soktuk borudur diye” Divanlı Camisinin hemen bitişiğinde çok yaşlı görkemli bir çınar ağacı vardı. Cami temeline vereceği zarar söz edilerek bu tarihi ağaç yok edilmiştir.