Şimdi bu yazıma kızanlar çok olacak, varsın olsun. Kimseye yaranmak için ne konuşur ne de yazarım. Oturup kendi kendinize biraz öz eleştiri yapın. Maazallah başka bir cemaat ve tarikat mensupları aynı işe kalkışsaydı, bu halkla, o fetöcüler neler yapmazdı. Birçok örnekleri var ama burada ergenekon örneği bariz bir şekilde ortadadır. Onların aileleri yok muydu? Bir düşünün; çocukları ne halde, kaçı psikolojik bunalıma girdi? Ailelerin iş hayatları biti mi, bitmedi mi? Bu sorulara milletçe cevap vermek zorundayız. Şimdi feryat eden ailelere sesleniyorum; neden çıkıp çocuklarınızın nasıl kandırıldığını, şayet kandırıldıysalar nasıl kandırıldıklarını anlatmıyorsunuz. Onun okullarında okuyan veya çocuklarını okutanlardan, fetö hakkında ne kötü bir söz nede bir açıklama duymadım. Duyan var mı veya yazanlar var mı? Varsa da istisna. Kimse kalkıp da biz bilmiyorduk demesinler. Kendilerini temize de çıkarmasınlar. Onun okullarında veya dershanelerin de okuyanlara iş garantisinin olduğunu aileleri biliyordu. O kadar paralar ve çifter çifter kurbanlar, malumunuz, hep verilirdi. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Aileler ne yapsın çocuklarının istikballerini düşündüler. Kendi çocuklarınızın istikbali için başka ailelerin ocağını söndürdünüz hayallerini çaldınız ve gençliğini hizipleştirdiniz, bunun farkında mısınız? Bunlar maddi kayıplar. Ya manevi kayıplar? Bunların yüzünden istikbali çalınanlar, gönül rahatlığıyla hak etmedikleri halde sınavı kazananların gönülleri rahat mıydı o zaman. O zaman, onların o hallerini gören, gençliğin bir kısmı inançlarından sıyrılıp kendilerini heba etiler. Bir kısmı başaralı olmasına rağmen hiçbir yere girememesi yüzünden psikolojik bunalıma girdiler. Bu gençliğe tarikat ve cemaatler kulak vermediler. Doğru İslam’ı anlatıp gençlere kulak verseydiler bu işler bu kadar olmazdı. Bilakis kraldan çok kralcı olup şöyle hitap edeceksiniz böyle hitap edeceksiniz diye gençliğe dikta ettiler. Böylece bu gençliğin manevi buhranlara girmesinde kendini bilen o cemaat ve tarikatlar mesuldür. Olan olmuştur, şimdi ne yapılmalı? Bunun gibi tüm sorunların cevabı verilmeli artık. Hem siyasi partiler hem de şeyhler, âlimler ismine ne derseniz deyin, kanaat önderi olan şahıslar artık konuşmalı yazıp çizmeli, mutlak manada yasal boşluklar doldurulmalı, buna göre kanun ve yasalar düzeltilmeli, tasavvuf ehli olanlar artık yasal zemine çekilmeli ve şeyhlerin, yasalar için de hareket etmeleri sağlanmalıdır. Bu meclisin işi. Birileri çıkıp da tekke ve zaviyelerin kapalı kalmasını istemesinler. Kapalıyken bu hale gelen cemaatler ve tarikatlar ne halde? Ve siyasi iklimleri kullananlar, gücü ele geçirenler diğer cemaat ve tarikatlar hakkında neler neler yaptılar, görmediniz mi? Tabi ki devlet ricali, tarikat ve cemaatlerin açılışlarına tam kadro katılmasalardı, bunlar bu kadar azmazdı. Liyakatli, yani işin ehli olmalı diye konuşmalar yapılıyor, evet doğrudur. Liyakat önemlidir. Liyakatin de içinin boşaltılmaması elzemdir. Devletin tarikat ve cemaatleri serbest bırakması lazımdır. Devletin; hem koruyucu, hem uyarıcı, hem de korkutucu olması, her guruba mesafeli olması için elinden geleni yapması lazım. Dinsel konularda ferdin veya toplulukların nasıl ve ne şekilde inanacağına ve inancını nasıl fiile dökeceğine karışmamalı. Bu inanç ne olursa olsun. Nerede müdahale edilmesi gerektiğini de iyi bilmeli. Her kim veya tarikat ya da cemaat; terör örgütlerine destek, silah ve maddi yardım yapıyorsa, bunu da devleti yıkmak için kullanıyorsa, o zaman yasal yolardan cezalandırılmasını, gerektiğinde kapatılmasını sağlamalıdır. Diyanetin görevi tekrar belirlenmeli. Diyanet; tarikat, cemaat ve mezheplere eşit olmalı. İslam’ın esaslarını anlatmalı. Devletin gücü, en küçük dinsel yapılanmadan tutunda en büyük yapılanmalara kadar olsun bunlara eşit mesafede olmalıdır. Dini konularda görüşlerini kabul etmediği cemaat ve tarikatlere reddiye yazmalı ve İslam’ın çizgisine çekmelidir. Devlet yine ikinci bir konuda düzeltme yapmalı. Tekke, dergâh, cem evi isim olarak ne ile adlandırılırsa adlandırılsınlar, bu yerlerin mutlak manada devletin idari makamlarına bildirilmesi ve gayelerinin bir dilekçe ile devlete bildirilmesi ile o yerde faaliyet de bulunması diye bir kanun çıkartılması elzemdir. Hiçbir şeyh, dede, kanaat önderi devletten maaş almalı. Yetiştirdiği ve kendisinden sonra idare edecek kişileri, yazılı veya sözlü bir şekilde bırakmalı. Her dergâh, tekke ve cem evlerinin ve benzeri yerlerin şeffaf olabilmesi için halkın tamamına açık olmalıdır. Tabi ki bizler düşüncelerimizi yazmaya çalışıyoruz. Halkın birliği ve beraberliği için devlet olarak bir guruba evet diğer bir guruba hayır deme lüksleri yoktur. O zaman da söyledim, şimdide söylüyorum. Şeyhlik ve dedelik üniversitelerde öğrenilmez. Peki, neden öğrenilmez? Dedeliğin kuralları var. Bu kurallar kendi müessesesi içinde işler. Şeyhliğinde kuralları var. Oda bu kurallar içinde, şeyhlik müessesesi içinde işler. Şeyhlik, dedelik ve benzeri makamlar ve haller, dergâhta, cem evinde ve tekkede öğrenilir. Her dede ve mürşidin öğretisi farklılık gösterir. Eğer farklılık göstermeseydi bu kadar tarikat ve cemaat kolları olmazdı. Bunları kısaca anlattık. Artık dayatmalara son verilmeli, benim gibi inanacaksın veya düşüneceksin tarzında açıklama yapılmamalıdır. Sünni, alevi, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun tümüne izin verilmelidir. Kesinlikle bu yerlere devlet mali yardım yapmamalı. Üçüncü önemli konu ise, camilerimiz hiç bir cemaatin elinde olmamalıdır. Camiler tüm Müslümanların ortak yeridir. Camiler, siyaset ve felsefi görüşlerden uzak tutulmalı, camilerde dinin ahkâmı öğretilmelidir. Dördüncü yapılacak iş ise; yasalar düzeltildikten sonra tarikat, cemaat ve benzeri yapıların liderleri, dernek vakıf ve parti başkanı olmamalı. Kanaat önderleri dergâhının veya cemaatinin başında olmalı, bu konuda kanun çıkartılmalı ve sorumlu tutulmalı. Bilinmelidir ki ne kadar yasaklarsanız yasaklayın bireylerin olduğu her yerde, cemaatler zuhur eder. Bunları serbest bırakırsanız göreceksiniz aleniyete dökülecek, halk içinde şeffaf olacaklardır. İster istemez bunu yapacaklardır. Yoksa halk içinde barınamazlar. Milletimizin, birlik ve beraberlik içinde ve devletinin yanında hiçbir şekilde ayrım yapmadan beraber yaşaya bilmeleri için bu gereklidir.