Merhaba değerli dostlar.
İki haftadır “Kur’an ve Sünnete rağmen Müslümanlar niçin ayrı gayrı” konulu sohbetimizi bugün inşallah noktalayacağız.
Osmanlının toprağa düşen tohumunda i’la’yı kelimetullah ( Allahın dinini yüceltmek, Allahın dinine yardım etmek, son hak dini tüm cihana yaymak) ideali vardı. Ancak bir kez daha geçen haftaya dönersek, Kosova savaşları, Varna ve Niğbolu tamda bu amaca hizmet için yapıldıysa, Ankara, Otlukbeli, Çaldıran ve Ridaniye muharebeleri hangi amaçla yapılmıştır. Bu savaşlarda Allahın dinini yüceltme gayesinden söz edebilir miyiz?
Kosova, Niğbolu ve Varna savaşları tam bir cihat ruhuyla yapılmış savaşlar olduğuna göre, Ankara, Otlukbeli, Çaldıran ve Ridaniye savaşları ise benliğin ve kibrin ön plana çıktığı şan , nam ve beraberinde bolca ganimet ve toprak kazanmak amaçlı savaşlardır.
Aslında Osmanlının ileriki dönemlerinde yapılan bu savaşlar bir başka gerçeği de açıkça ortaya koyması açısından önemlidir.
Cenabı Mevla Kur’an’ı azimüşşan’da genellikle insanları birey olarak muhatap alır. Her insanın ahseni takvim üzere en güzel şekilde yaratılmış olduğundan bahisle aklı başında her Müslüman’ı yeryüzündeki halifesi olarak görür. O nedenledir ki İslamı, Kur’an, sünnet, akıl ve vicdan eksenli olarak her insanın kendi gücü nispetinde değerlendirip yaşamasını salık verir.
Ancak Müslümanların birlikte yaşam hikâyelerinin sağlıklı zeminde sürmesi ve hakka ve hukuka uygun sonuçlar üretmesi için Mevla’mız Müslümanlara özellikle de ilim ve devlet erkânına Şura’yı emreder.
İslam’ın ve imanın şartlarını hepimiz biliriz. Bu şartlar her bir Müslüman için olmazsa olmazlardır. Ancak, Allahın (c.c) her emri farzdır ve terk edilmemesi icap eder. Birey olarak İslam’ın ve İmanın şartları nasıl ki olmazsa olmazımız ise Şura ile devlet idare etmekte Müslüman devlet adamları için olmazsa olmazlardan olmalıdır. Asi halde hem birey olarak hem de idaresindeki toplumdaki her türlü olumsuzluktan dolayı hesap gününde verilmesi zor bir hesapla karşı karşıya kalacaktır.
Tarihimizden ilginç alıntılarla devam edelim. Henüz emekleme döneminde Kayı beyi Osman, kendisine muhalefeti nedeniyle amcası Dündar’ı öldürmüştür. Öldürtmemiş bizzat kendisi öldürmüştür.
Yıldırım Beyazıt Ankara savaşında Timur’a kaybettikten sonra dört oğlu Mehmet, Musa, İsa ve Süleyman arasında on yılı aşkın süre Osmanlı tahtı için kıyasıya bir savaş hüküm sürdü. Neredeyse altı yüz yıllık koca çınar bu dönemde kuruyup gidecekti. Devlet geleneğinde şura egemen olsaydı muhtemeldir ki ne yıldırım ne de Timur böyle anlamsız bir savaşı yapmayacak, ya da yapılmış olsa bile muhtemel bir yenilgi halinde devletin durumunun ne olacağı daha savaştan önce en azından Osmanlılar için belirlenebilirdi.
İstanbul’un fethi İslam dünyası hatta tüm dünya için özel bir olay olsa da Fatih’in devletin bekası ve taht kavgalarının yaşanmaması için kardeş katline cevaz veren kanunnamesi de hayli ilginçtir. Çünkü devletin bekası için kardeş katline cevaz veren kanunname evlatlar için herhangi bir tedbir içermediğinden Fatih’in zamansız ölümü ile oğulları II.Beyazıt ve Cem arasında uzun yıllar süren taht mücadelesine sahne olmuştur.
Osmanlıda en trajik hadiselerden biriside cihan sultanı Kanuninin tahtını tehlikede görüp oğlu Şehzade Mustafa’yı huzurunda cellâtlara boğdurmasıdır. Bir yanda daha on üç yaşındaki oğlu Mehmet’e tahtı bırakıp çekilen II. Murat, diğer yanda etrafındaki adamlarının kumpası ile yiğit şehzadesi Mustafa’yı boğdurtan Kanuni Sultan Süleyman.
Hani geçen haftaki sohbetimizde son bölümde devlet adamlarının yanlış kararlarının yüzlerce hatta daha da uzun süre sonra toplumların hayatını olumsuz yönde etkilemeye devam ettiğini belirterek, karar alıcıların karar alırken bunu da düşünerek karar almaları gerektiğini belirtmiştik.
Osmanlı artık tam bir cihan devletidir. Hükmü ve sözü her yerde geçmektedir. İpek yolunun kontrolü elindedir ve hazinesinde sınırsız imkânlar vardır. Avrupa’da ise tek doğru düzgün devlet İspanya kralı, daha sonra imparator olan Şarl’ken’in başındaki Roma-Germen imparatorluğudur. Şarl’ken bir yandan yeni türeyen Protestanlığa karşı Katolikliği Avrupa’da hakim kılmaya çalışırken, diğer yandan da bu birliğe karşı tehlike olarak gördüğü Yahudileri tüm Avrupa’dan sürme kararı alır. Bu karar Hıristiyan Avrupa’nın geleceği için ne kadar stratejik ve doğru bir kararsa, bundan yaklaşık beş yüz yıl önce cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın tahtı için gözünü kırpmadan oğlunu boğdururken göstermediği merhameti bugün yani beş yüz sene sonra hem ülkemiz hem de alemi İslam’ın içerisinde bulunduğu bölünmüşlüğün, koca Osmanlının darmadağın edilişinin Doğu Türkistan’dan Myanmar’a, Filistin’den Yemen’e ve hatta tüm dünya da yaşayan Müslümanların acı ve ızdırap içerisinde olmalarına sebep olan en önemli stratejik yanlış kararı alır ve Avrupa’nın kovduğu Yahudileri, hem de devletin başkentine Payitahta yerleştirir.
Osmanlının en güçlü olduğu dönemde dahi şura’yı devlet olmamasının acılarını hep yaşamıştır. Padişah ve yakınındaki bir ya da iki kişinin tüm kararları alıyor olması ister istemez karşılarında muhalif güçlerin oluşmasına neden olmuş, bu nedenle eli silah tutan özellikle de yeniçerilerle yakın ilişkisi olanlar rahatça padişahları tahttan indirebilmişlerdir. Ne yazık ki bu bile devletin organlarının tam oluşmadığını, bir süre sonra liyakatin devre dışı kaldığını ve gücü ele geçirenin koca imparatorluğa hükmedebildiğinin en açık ve acı göstergesidir.
Meşruti yönetime geçtiğimiz Osmanlı son döneminde kendi inisiyatifimiz dışında Avrupa’nın güçlü devletlerinin baskısıyla oluşan meclise gayri Müslim tebaanın alınması , alınan kararlarda azınlıkların etkili olması nedeniyle devletin sahibi olarak Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han meclislerin kapanması kararı almış ve İslam tarihinde ilk defa devlet idaresinde şura fırsatı istemeyerek’te olsa heba edilmiştir.
Son olarak bugünde aynı sıkıntıları yaşıyoruz. Hayırlara vesile olur dileğiyle Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Yüksek İstişare Kurulu oluşturuldu. Umarım Vatan’a millete ve Alem-i İslama hayırlı hizmetlere ilişkin kararlar alırlar. Daha da önemlisi İslam dünyasında yeniden şura fikrinin güçlenmesine vesile olurlar.
Sağlıcakla kalın.