1950’li yıllar ülkemiz gibi ilimizin de kentimizin de neredeyse boş olduğu, okuma yazma bilenlerin sayılabilecek denli az olduğu, insanlarının çoğunun yoksul olduğu bir dönemdi. İşte bu dönemden başlayarak anlatmaya çalışacağım Maraşımızı. Bugün maddi olarak çok ileri gittik. Okuma yazma oranımız istenilen düzeye, hem de o gün öngörülenlerden çok çok ileriye geldi. Her şey düzeldi mi işte onun değerlendirmesini size bırakacağım. Konumuza yeniden dönecek olursak Köroğlucu Ökkeş, Maraş Ağzı Köroğlu öyküsünü belki de ilk oluşturan kişidir. Sonraki yıllarda bu öyküleri türküleriyle birlikte yayımlamıştır. Ben onun yayımladığı Köroğlu dergilerinden ilk dördüne ulaştım. Daha geniş bir yazılı belgeye ulaşanını da duymuş değilim. Büyük söz ustasıydı, bu nedenle halk kendisine Fırıldak Ökkeş de derdi. Onun Köroğlusu, Maraş’ta Halk Matbasında 1954 yılında basılmıştı. O metin pek bilinmemektedir. Üstelik Köroğlucunun anlattıklarından çoğu bugün uçup gitmiştir, yalnız Maraş Ağzı Köroğlu kurtarılabilmiştir. Sözlü anlatım üzerinden yıllarca çalışma yaparak Ökkeş Ustanın Köroğlusunu Hamza Küçükkürtül’den Hacı Ali Özturan yeniden canlandırmıştır. Bugüne değin yayımlanan Köroğluların da en iyisi olarak gözükmektedir. Benim büyük tutku ile izlediğim bu adamlar yavaş yavaş bu evrenden çekilip gittiler. Büyük bibim büyük bir masal ustası idi. Ondan Maraş’a özgü masalları alır da yeni kuşaklara aktarırım diye düşünüyordum ama olmadı. O zaman dedim ki babam ondan daha çok bilge biridir, birçok mesleği usta derecesinde becerir, okuma yazması iyidir, halk kültürünün her bir bölümünü su gibi içmiştir. Ben de babamdan aktarırım geçmişin gizlerini. Ha bakalım de bakalım derken babam da yürüdü Hakka. Sonra az da olsa yetinir dayımdan yaralanırım dedim ama ona da eremedim. En son bir başka akrabamız vardı, biraz ağzı deli idi ama olsundu, ona giderim, demiştim. O da olmadı. Çünkü o da geçirdiği beyin kanaması nedeniyle konuşma güçlüğü çekiyordu. Çok istekliydi konuşmaya ama konuşması anlaşılmıyordu. Bu işler çok ötelemeye, ertelemeye, ağırdan almaya hiç gelmiyormuş, bunu öğrendim ama iş işten geçmişti. Sonunda kendi kendime dedim ki sen bildiklerini yaz da bari senin bildiklerin yitip gitmesin. Hiç olmazsa onları olsun aktarıver genç kuşaklara. Kılgı, Var Varanın, Sür Sürenin bu esinlerden doğdu. Sonra Bombalar Öldürmez Sevgiyi, Maraş Destanı ve Türkülerle Giden İlbey yaşam buldu. Arkasından Ahırdağı Destanı. Daha sonra da çocukluk yıllarımdan başlayarak kentin bir fotoğrafını çekmek geldi içimden. Zor bir işti ama bana göre yapılması da gerekli idi. Bu kitabın yazımı işte böylece başlamış oldu. Ben bildiklerimin bir bölümünü okuyucuya sunarak bu konudaki görevimi yerine getirmeye çalıştım. Yazdıkça yeni yeni olayları ve olguları anımsadım. İnce eleyip sık dokuyacak olsam yazı tamamlanamayacaktı. O denli çok şey vardı ki yazılması gereken. Neyse olasılıkları düşünüp de hiç yazmamaktansa yazabildiklerimizi değerlendirelim dedim. Geçmişi yazarak geleceğin yorumunu doğru yapmayı amaçladım. İstedim ki okurlarımız da geçmişe bakarak geleceği doğru bir biçimde kurgulasınlar. Bu kent, bu il bu düşünce ile örnek alınmıştır. İnsan yaşadığı yere benzer, demiş ozan. Ben kendimi birçok il ile özdeş görürüm. Ama sanırım en çok Maraş’a benzerim. O düşünce ile anılarımın ışığındaki bu kenti bu kitapta topladım. Eksikleri vardır yazdıklarımın ama yanlışı yoktur. Yazdıklarımın bir boşluğu dolduracağını düşünüyorum. Umarım öyle olur. Daha da önemlisi umarım beğenilir.