Üç kişi yalan söylemez diyor İsmet Özel; Şairler, çocuklar, deliler…

Çocuklar; hayal ile konuşur, deliler; kalbin kelimeleriyle seslenir, şairler ise ‘Yitik Duygular’ ile…

Her şair, bir keşfedicidir. Keşfe çıkar, yeni ürünler bulma adına ‘yitik duygular ’ın’ ‘yitik olayların’ peşindedir. Buldukça kelimeler fokurdar şairin zihninde, sonra kurşundan kelimeler dökülür kâğıda… Ve şiir için ilk ilham nüvesi böylece atılır zamana…

“Yitik Duygular” şairinden yani Mustafa Önyurt’u okudum.

Şöyle diyor:

Bakırcılar çarşısından şöyle bir uzandığınızda çekiç seslerinin arasında bir memleket türküsü duyarsınız. Öyle bir türkü ki sizi sevdalara boğar ve adına da “Bir sevdadır memleket” deriz. İşte bizim de şiir yolundaki yürüyüşümüz memleket sevdasıyla olmuştur. Bu ülkeye bu şehre tutuklu kalmışsanız, hep o türküyü söyler durursunuz. Ülkemin güzel insanları sizi bazen duygulandırır bazen de coşturur ve mısralar yüreğinizden dökülür sayfalar dolusu şiir olurcasına.”

Memleketinden aldığı sevdayı kelimelerle süsleyen, çizdiği tablo bakımından bir çocuk cıvıltısı gibi şakıyan bir şair Mustafa Önyurt.

Çocuk olduk

Kilim üstünde

Bir sıcacık odada

Çıtırdayan ocak başında

Mısralarıyla kendi ‘poetik faktörünün’ kaynağına götürür okuyucusunu. Bu poetik faktör, kitap boyunca devam eder. Masallar dinler, masallar söyler, sonra okuyucusunu bir ‘masal serinliğine’ sürükler…

İmge, bir şiirin bütününe yayılan bir eylem, hareket ve sanatsal faaliyettir.

Sayın Önyurt’un şiirlerinde ‘imgeler’ gözümüze hemen çarpar.

Memleket sevdasıyla şiirler yazan şairimiz, ‘Uğur böceklerinin senfonisine’ bizleri davet eder. ‘Hayallerini güçlendirir bir sigara dumanında…’ Koyu sislerin solgun duvarlarında bekler Kent’te Akşam’ı…

Bulvarlarda bir adam

Serseri mayın gibi kaldırımlarda

Yaşamın başlangıcında yaşlanmış

Ruhunu kaybetmiş gün doğumunda

Mısralarıyla bizlere ifade biçimi sunar.

Gerçeklikle varoluş arasına sıkışan, bir var olma hikâyesinin mırıldanmasıdır bu mısralar.

His, şairin yaslandığı bir estetizm duvarıdır.

Hissetmeli İnsan” diyen şair, şiirin sarhoşluğuna yakalanmış gibi kendini kaybetmiş sanki.

Şairler böyledir, bazen şiirin şarabından bir damla içer, herkesi ve her şeyi şiir gibi görür ve tüm insanlığı ‘şair’ zan eder.

Şairim! His, şairin değil midir?

Şair olmayan nasıl hisseder?

Kulağı olupta duymayanlara seslenir şair:

Duymalı insan hayata ait sesleri

Bir kapı aralığında saklanmış konuşmaları

Bir çocuğun;

Babasından istediği oyuncakları

Seyretmeli insan

Bir balıkçı tezgâhında

Durgunlaşan denizi

Hayır hayır Şairim! Duyamaz şair olmayan ‘hayata ait sesleri…’

Bir kapı aralığında saklanmış konuşmaları duyamaz insan…

Şairler duyar bunları…

Şair değil midir? An’ın bekçisi.

Salt anlık duyumlardan mürekkep ’in kokusunu şair burnu duyar sadece.

Ve yeni ibareler, intibalar, şunlar bunlar…

Bildiğimiz tek gerçek; ŞAİRLER YALAN SÖYLEMEZ.

Dolan bir nehir gibidir şair yüreği…

“İçinde bir cümbüş’ her an heyecan pompalar bedene…

İçindeki cümbüşü okuyalım:

Akşamlar yorgun sevdalı

Yağmur bu gece hırçın heyecanlı

Köşemde seyrederken alev cümbüşünü

Odamın içi sessiz, dağınık ve dalgalı

Şair, kelimeler peşinde kaybolur bazen.

‘Vatan içinde vatansızlık’ çeker. İngilizler ’in “stateless” dediği hal… Yani vatansızlık…

Mekandan kopuşun, zamanın üzerine çıkabilmenin halidir bu…

Anlaşılamamanın, yalnızlığın, sitemin bayraklaşmasıdır…

Bu unsurlarda gördüm M.Önyurt şiirlerde…

Ama not aldığım sihirli kelimeler;

-SEVDA oldu hep…

SEVDA’dan yani ŞİİRDEN ayrılmayalım…