Bir Erkan Ocaklı bestesi: “Mısırı Kuruttun mu?” Karadeniz ağzıyla dinlemelere doyulmaz. Türkü formundadır. Ben türkü formundaki bu ezgiyi yazayım. Siz Erkan Ocaklı’dan dinlersiniz: Suda pişmiş mısırı Tuzlayıp yiyeceksin Mısırın türküsünü Benden dinleyeceksin . Mısırı kuruttun mu Anbarda duruttun mu Nenen çarık giyerdi Bunları unuttun mu . Korko çorbası derler Mısırın çorbasına Benden selamlar olsun Mısırın babasına . Bağlantı . Mısırın ekmeğini Ederler saç altına Bizim sofrada mısır Benzer sarı altına . Bağlantı . Köydeki kızlarınan Irgatlıklar ederdik Mısırın püskülünden Sigaralar içerdik . Bağlantı . Mısır Karadeniz insanı için vazgeçilmez bir besin kaynağı. Mısırdan çorba, ekmek yapılır. Cana şifadır. Suda haşlanır, tuzlanarak yenir. Mısır hediğidir. Hele hele mısır püskülünden sigara yapıp içmeler... Böyle deneyimi olanlar bilir. Gazete kağıdına kurutulmuş mısır püskülünü sarıp sigara tüttürenimiz olmuştur. Mesela ben. Az içmemişim mısır püskülünden sardığım sigarayı. Çok da sert olur meret. Öksürtür ki gözlerden yaş gelmecesine. Bizim Oğulcuk’ta bostanlıklar varken bostan yerleri ağustos, eylül aylarında pek şenlikli olurdu. Özün kenarında ikindi sonları bir duman yikinirdi. Ha...Anlardınız, birileri mısır pişiriyor. İşiniz yoksa dumanın tüttüğü yere gelirdiniz. “Gönül ne kahve ister ne kahvehane / Gönül bir ahbap ister kahve bahane” denilmiştir. Maksat mısır yemek değil konuşup söyleşmek. İki lafın belini kırmak. Mısırlar söğüt dallarıyla veya tezekle yakılmış ocakta pişirilir. Mısır kebabı. Eğer ateş harlıysa mısır yanar. Mısırın ateşi harlı olmayacak. Ehven olacak. Hele sütse mısır, ağır ağır pişmeli. Ateş sönmeye yüz tutunca kabak koluyla üfürülür. Ateş canlandırılır. Bunları çokları bilmez. Nerden bilecek? Oğulcuk’ta bostan yeri mi kaldı ki mısır ekeceksin. Mısır kebabı olur da, ya mısır hediğine, mısır gavırgasına ne demeli? Ben eyvallah derim. Anam tandır yaktığında mısır kavururdu ekmek sacında. Sac ters çevirir yanan tandırın üstüne koyardı. Biraz elenmiş toprakla birlikte mısırı kızgın sacın orta yerine dökerdi. Karıştıra karıştıra kavururdu mısırı. İşte mısır gavırgası. Mısır hediği de ekmekten sonra kızgın tandıra çömlekle konan mısırın ağır ağır haşlanmasıyla olurdu. Belirli bir süre çömlekte pişen mısır şişer, çatlardı. Yemelere doyulmazdı. Bizim Bostanyeri’ndeki tarlaya mısır ekti anam. Hem de yağ mısırı. Yağ mısırının koçanı çok iri olur. Yerli mısırın koçanı çok küçüktür. Öyle bir mısır oldu ki eh gayri. Mısır firiği tam pişirmelik kıvama geldi. Geceleri haytalar dirlik vermiyor. Kendi yiyecekleri kadar alsalar ya fazla fazla alıyorlar. Anam ektiğine de ekeceğine de bin pişman. Yonuz’un Şık Ali de gelmiş bir gece bir çuval mı desem, bir torba mı? Yıkmış yükletmiş. Sadece bizim bostandan değil. Gözüne kestirdiği bostanlardan. Bazıları yerli mısır. Ufak koçanlı. Şık Ali bu kadar taze mısırı ne yapacak? Yiyecek mi? Yok canım. Hepsini yiyemez. Ya ne yapacak? Ne yapacağını ben biliyorum. Satacak yahu. Kime? Mısır severlere. Yine Şık Ali heybeyi torbayı doldurmuş mısırla. Pazarı kurmuş bendin başında. Yerli mısırların koçanını 10 kuruştan veriyor. Yağ mısırının koçanı 25 kuruş. Soruyorlar: -Yahu Şık Ali, niye yirli mısır 10 guruş da yağ mısırı 25 guruş? Şık Ali bilmiş bilmiş konuşuyor: -Yav bak bunnar bizim koğön mısırı. Bunnar da Muğsün’ün mısırı. Koğ mısırları 10 guruş. Muğsün’ün mısırı 25 guruşdan aşşağ olmaz. Sanki taş attı da kolu ağrıdı Şık Ali’nin. Zavallı anacağızımın yetiştirdiği mısıra pazarlık ediyor.