Metin Acıpayam: Neo-epik şiir gerektiği kadar sosyalleşebildi mi?
Ömer Yalçınova: Sosyalleşmeden ne anladığımıza bağlı bu. Sanırım yaygınlık kazandı mı, okundu mu, ondan etkilenen geniş bir okuyucu kitlesi oluştu mu, etkisine birkaç kuşağın maruz kaldığı söylenebilir mi diye sormak istiyorsunuz. Öyleyse, cevabım evettir. Yok, sosyalleşmeden kasıt, işte edebiyat kulüplerinde, derneklerinde boy göstermek, çok sayıdaki dinleyici kitlelerine hitap etmek, işte bir kitap çıktığında örneğin elli baskı yapması, her hafta farklı bir kitabevinde veya kafeteryada neo-epik şairlerin şiir okuması veya her hafta farklı bir televizyon kanalında edebiyat tartışmalarına katılmak, farklı televizyon kanallarındaki kültür programlarına konuk olmaksa, böyle bir sosyalleşmenin yanından bile geçmediğimizi belirtmeliyim. Öyle bir sosyalleşme, kalsın zaten. Hiçbir dönemde gerçek şiirin ve şairin bu tür şeylere ihtiyaç duyduğu söylenemez. İyi şiiri, iyi şiir okuyucusu arar ve bulur. Bu manada neo-epik şiirin okuyucusu vardır, bunlar elle sayılmayacak kadar çokturlar, edebiyat ortamında genel, sağlam, etkileyici bir konuma sahiptirler. Kısaca, neo-epik şiir, Türk şiirinin gelip merkezine oturmuştur. 90’lı yıllardan bugüne yazan şairlerde, 2000 ve 2010 kuşağı diye adlandırılan genç şairlerin neredeyse tamamında neo-epik şiirin izlerine rastlamak mümkündür. Bu böyledir, onlar kabul etseler de etmeseler de. Bunu fark etseler de etmeseler de. Neo-epik akımının etkisi ve geçerliliği halen devam etmektedir.
Metin Acıpayam: Hakan Arslanbenzer ‘in poetik verimliliğini “eleştiri” ile beslemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Ömer Yalçınova: Modern şairin özelliğidir bu. Hüseyin Cöntürk’ün deyişiyle “İyi şair şiirin içinde ne var dışında ne var iyi bilir.” Hakan Arslanbenzer ’in şiir yazıları da bu fark ediş, kaygı ve sorumluluk bilincinin devamında oluşmuştur. Bir de şairler, eleştiri yazmasın da ne yapsın? Var mı, şair olmadığı halde şiir eleştirisi yazan veya teorik çalışmalara imza atan biri? Belki birkaç akademisyen ismi vereceksiniz. Onlar edebiyat ortamının neresinde duruyorlar, şiirin günümüzdeki meselelerinin ne kadar farkındadırlar diye sorarım. Türk edebiyatında en iyi şiir yazılarını, şiir eleştirilerini iyi şairler yazmıştır. Şiir eleştirmeniyim diye ortaya çıkanların çoğu, meseleleri ıskalamışlardır. Bu nedenle, şiir üzerine eleştirel çalışmalar ortaya koyan şairlere minnet duymalıyız. Diğer türlü, Türk edebiyatı dişe dokunur şiir yazılarından mahrum kalacaktı.
90 Kuşağı şairlerine baktığımızda hepsinin de bir şekilde şiir eleştirisine bulaştıklarını görürüz. Hepsinin de manifesto diyebileceğimiz metinleri vardır. Hakan Şarkdemir “senfonik şiir” demiştir, Murat Güzel “ironik şiir”, Hayriye Ünal “çoksesli şiir”, Osman Özbahçe “sağlam şiir”, Yücel Kayıran “felsefi şiir”… Örnekleri çoğaltabilirim. Demek ki Hakan Arslanbenzer’in eleştiri çalışmalarında, şiirlerini oluşturduğu zaman dilimiyle, içinde bulunduğu kuşakla ilgili bir taraf da var. Bence 90 Kuşağı ortaya yeni bir şiir koymanın sancısını çekiyorlardı. Şiirde her sancılı dönem, şiirlerle birlikte teorik çalışmaların da yoğunlaştığı dönemler olmuştur. Namık Kemal’de böyledir, Nazım Hikmet’te böyle, Garip Akımı’nda veya İkinci Yeni’de böyle. 90 Kuşağı’nda da böyle olmuştur. Neticede İkinci Yeni’den sonra 60 Kuşağı ortaya çıkmış, fakat sonraki 70 Kuşağı ve 80 Kuşağı’nda bu şiir çoğaltıla çoğaltıla kördüğüme, aşırı soyuta, bütünüyle imgeciliğe saplanıp kalmıştır. Bu kördüğümden Türk şiirinin 90 Kuşağı’yla çıktığını düşünüyorum. 90 Kuşağı bu tıkanıklığı fark ettiği için dört koldan, yani bir yandan şiir yazarken, diğer yandan şiir eleştirisiyle, teorisiyle uğraşmak zorunda kalmış, çalışmıştır. 90’lı yıllar Türk şiirinde kavga yıllarıdır. Şairler ister istemez, kavga şiirleri yazmakla birlikte şiir eleştirisiyle de, şiirin teknik kısmıyla da uğraşma gereği duymuşlardır. Hakan Arslanbenzer’in bu hareket içinde önemli, etkili ve büyük bir yeri vardır. Çünkü o, sadece sonraki kuşakları değil kendi kuşağını da etkilemiş bir isimdir.
Meselenin bir de şahsi yönü var. Yani Hakan Arslanbenzer’in şahsi özellikleri… Arslanbenzer’in eleştirel zekası çok güçlüdür. Buna sıkı okumalarını eklediğimizde kendiliğinden fikri, siyasi ve edebi bir duruşun ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değil. Sadece şiir alanında değil din, sosyoloji, felsefe, tarih alanlarında da sağlam bir birikime sahip kendisi. Örneğin şiir hareketleriyle tarihi olaylar arasında kurduğu münasebet, kolay kolay kimsenin kaleminden çıkamayacak kalitededir. Bunun için geniş bir kültürel birikime ihtiyaç vardır. Olayları çok boyutlu okuma ve görme yeteneğini gerektirir. Sonra çalışkan biridir Arslanbenzer. Neredeyse tek başına hareket etmiştir. Yoldaşları olmuştur, fakat hareket merkezi hep kendisidir. Çıkardığı dergilerin politik duruşunu, şiirsel yönelimlerini, fikri altyapısını tek başına belirlemiştir. İzleyebildiğim kadarıyla, yirmi yıla yakındır aralıksız yazmaktadır. Yayımladığı kitaplar kadar sırada yayımlanmayı bekleyen kitapları vardır. Kimsenin hakkını yemek istemem ama 80 Kuşağı içinde bu derece çalışkan, üretken, eleştirel zekası güçlü, birikimi devasa boyutlara ulaşmış bir şairle karşılaşmadım. Kendi kuşağımın içinde de yok, bizden sonrakilerde de yok.
Metin Acıpayam: Epik şiirin modernizma karşısında tavrı ne olmuştur?
Ömer Yalçınova: Eleştireldir. Türk şiiri modernizm karşısında daima eleştirel bir tavır geliştirmiştir. Yani o, Türk romanı gibi değildir. Türk romanının modernizmi kabul eden bir tarafı her zaman olmuştur. Ama Türk şiiri modernizme karşı kurulmuştur. Modern Türk şiiri de böyledir. Kendisi modern bir şiirdir, ama modernizm karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Neo-epik şiir de böyledir. Namık Kemal’den Mehmet Akif’e, Akif’ten İsmet Özel’e, İsmet Özel’den Hakan Arslanbenzer’e böyledir.
Metin Acıpayam: Şiir üzerine düşünebilme meselesi. Sizce her şairin “şiiri ve sanatı üzerine düşünmesi” gerekmez mi?
Ömer Yalçınova: Düşünmesi gerekir. İstese de istemese de düşünüyor gibi gelir bana. Fakat bunu yazıya döker dökmez, kendi bileceği iş. Dökmesi iyidir bence. Niye kendine saklıyor ki? Fakat şu da var: Yazı yazmak gerçekten büyük emek istiyor. İnsan uykularını yitiriyor. Belki böyle bir yükün altına girmek istemiyorlar. “Şiirimi yazar kenara çekilirim, gerisi beni ilgilendirmez” diye düşünmek bence rahatına düşkün olmaktır. Bir de işin şu cephesi var: Yazmak, ayrı bir düşünme biçimidir. Şiir eleştirisi yazmak da öyle. Şiiri, bir de şiir eleştirisi yazarak düşünmek gerekir.
Metin Acıpayam: Neo-epik şiir; “mevcudu reddedici”, “ideali hissedilebilir hale getirici” şiir kabul edilebilir mi?
Ömer Yalçınova: Ortaya çıktığı 90’lı yıllarda öyledir. Günümüzde de bu özelliğini muhafaza etmektedir.
Metin Acıpayam: Saf lirik şiir ile siyasi neo-epik şiirin ayrımı nelerdir?
Ömer Yalçınova: Saf lirik şiirden çok bir şey anladığım söylenemez. Yani saf lirik şiir yazan şairler hangileridir? Yahya Kemal, Ahmet Haşim veya Necip Fazıl mı yazmıştır saf lirik şiiri? Sakarya Türküsü saf lirik midir mesela? Ya da Otel Odaları? Haşim’in Merdiven’i mi saf liriktir? Rimbaud mu yazmıştır onu, Baudelaire ya da Mallarme mi? Özellikle Rimbaud’un şiirleri bana çok kıllı kılçıklı gelir. Baudelaire’in şiirlerinde de bulabiliriz bu tür parçalar. Kısacası saf lirik şiir diye ayırabileceğimiz çok örneğin olmadığını düşünüyorum. Üstelik saf lirik şiirin siyasi olmadığını da nereden çıkarıyoruz? Sadece o, belki aşırı bireysel veya minimal diye nitelendirilebilir. Bana hep şöyle gelmiştir, saf lirik şiir denilen parçalar, büyük epik şiirin içindeki ezgiler, marşlar kısmıdır. Zaten saf lirizmi savunanlar da öyle demiyor mu, şiirin sözden ziyade musikiye yakın olduğunu söylemiyorlar mı, evet, o bir şarkı formu, ezgi, aria gibi bir şeydir. Şiiri sadece o noktaya çekmek, sanırım yine savunulduğu dönemle ilgili. Bazı şairler, kendi şiirlerini meşru göstermek için, bu tür karşı çıkışlar, teorik çalışmalar içine girmiş olabilir. Bu, kendi varoluşlarıyla, kendi şiirlerini ortaya koyuşlarıyla ilgili. Kendi şiirlerini savunacaklar yani. Bunun için de terim üretmek zorundalar. Yoksa sahiden saf lirizm nedir? Günümüzde Hilmi Yavuz mu saf lirik şiirler yazmış? Sanmıyorum. Edip Cansever’in saf lirizm denilebilecek şiirleri hangileri? Ya da Sezai Karakoç’un? Monna Roza mı? Her şairin saf lirik şiirler yazdığı bazı dönemler olabilir, belki. Neo-epik şiir her şeyden önce Türk şiirinin ana damarını işaret etmektedir. Bu şiir siyasidir, toplumsaldır, popülisttir. İkisi arasındaki ayrım ise, çok açıktır. Birinde bireyi toplumdan ayrı ele almamak vardır, bu epiktir. Diğerindeyse, bireyi kendi yalnızlığı, belki de marjinalliği içinde işlemektir. Oysa şair, dünyanın öbür tarafındaki insanlardan, toplumsal olaylardan bile etkilenen insan değil midir? Sezai Karakoç şairin, güçlü frekanslara sahip olduğunu söylemiyor muydu? Şairin radarı açıktır, güçlüdür. Bu yüzden, şiirini bütün bir dünyayı, kendi ülkesinin bütününü, içinde yaşadığı toplumun tamamını hesaba katarak kurar. Onun öyle bir duygu dünyası, fikir telakkisi vardır. Bunların şiire yansıması da siyasi şiir, neo-epik şiir şeklinde kendini göstermektedir. Saf lirik şiirden ise aşk ezgileri anlaşılıyor, öyle anlaşılmasa da ilk akla gelen o oluyor. Oysa her ne var ise alemde aşk imiş diyen de yine lirik şair diye nitelendirilen, ama benim öyle görmediğim Fuzûlî’dir. Hem diyeceksin alemde her şey aşktır, hem de saf lirik şiir diyerek örneğin şiirde AVM’den, Avrupa Birliği’nden, Halep’ten söz etmeyi küçümseyeceksin, olur şey mi?
Metin Acıpayam: Arslanbenzer ‘in “münekkit”, “eleştirmen” kimliği hakkında neler söylersiniz?
Ömer Yalçınova: Hakan Arslanbenzer ‘in eleştirmenliği, neredeyse üç kuşağı hizaya getirmiştir. Onlara şiirin ne olduğunu göstermiştir. Onun eleştirmenliği, yeni bir şiir, yeni bir tarih, yeni bir toplum okuması yapmak şeklinde gelişmiştir. Mesele önüne aldığı şiiri oturup, onun eksiklerini ortaya çıkarmak değildir. O da bir iştir tabii, yapabilene helal olsun. Aslında bunu yapabilmek için, önüne aldığın şiiri örneğin İngiliz şiirinden örneklerle kıyas edebiliyor musun? Ele aldığın şiirlerdeki Fransız şiiri rüzgarını hissedebiliyor musun? Rus şiirinden neler kapmış, önündeki şiir. Ya da beriye çekelim, bugün yazılmış şiirle Divan şiiri ya da Meşrutiyet şiiri arasında bağlantı kurabiliyor musun? Önemli olan bu. Arslanbenzer ‘in bakış açısı bu şekilde kapsayıcıdır. Diğer türlüsünde, ele aldığımız şiiri bütünüyle kuşatamayız. Hakan Arslanbenzer ‘in yeni terim önerileri olmuştur Türk edebiyatına. “Biçimci şiir”, “yeni hece şiiri”, “imgeci şiir” bunlardan birkaç tanesidir. Bu tespit ve isimlendirme, işte bu geniş bakış açısına dayanmaktadır. Hakan Arslanbenzer şiir eleştirisinde 1990’lardan bu yana tek isim olmaya devam etmektedir.
Teşekkürler Ömer Bey.
Rica ederim Metin Bey.