İnsanın öz değeri doğduğundan itibaren başlıyor.  Aslında varoluşumuz bir öz değer. Öz değer; insanın benliği ile bütün olabilmesi ve kendisini her şekilde kabul etmesine dair bir kavram.  Bizlerin öz değeri küçüklüğümüzden başlar ve ölene kadar devam eder. Küçüklüğümüzde edindiğimiz her deneyim öz değerimizin oluşumuna destek olur. Anne ve babamızın tutumu, içinde yetiştiğim kültürüm ve aile modelim ve mizacım bunların hepsi öz değerimin yani benliğimin oluşumuna destek olur. Bazen öz değerimi alt edecek bir ailede büyümüş olabilirim ve kendi değerimi ve yaşama sevincimi fark edememiş olabilirim. Bazense öz değerimi ortaya çıkaran insanlarla ve durumlarla karşılaşmış olabilirim. Sonuçta “ öz değer” kavramı benliğimle  şekillenen yegâne gerçek. Kalbimizin bir tarafında hem çocuk hem yetişkin yanımız vardır. İnsan büyüse de öz değerindeki zedelenmeleri unutamayabilir. Öz değerimiz çocukluğunda yara almışsa bunu yetişkinliğine de taşır. Eğer yetişkinliğinde de yara almaya devam ediyorsa insanın kendini bulma çabası başlar ve bu çaba sancılı şekilde devam eder. Bir tarafta acıyan ve ilgi görmek isteyen çocuk benliğimiz diğer tarafta büyümeye çalışan yetişkin ruhumuz ve özgürlüğe kapı açmak isteyen yanımız. Bir örnek verelim; küçüklüğünde annesi ve babası tarafından hep eleştirilmiş birisi var. Bu kişi her yeni bir şey denemek istediğinde ebeveyni onu küçümsedi ve girişimcilik ruhuna engel oldu. Küçük yaşta bu deneyimden çıkardığı şey “ her ne yapsam eleştiriliyorum bir daha yeni şeyler denemeyeceğim zaten kimse beğenmiyor…” bu cümle değişebilir tabi ama engellendiğimiz şey bizde hayal kırıklığı oluşturuyor ve tekrar üzülmemek adına bazı inanışlar geliştiriyor ve bunu yetişkinliğimize kadar taşıyoruz. Örnek verdiğim küçük çocuk büyüdüğünde yeni şeylere girişmekten korkacak çünkü çocuk kalbi onu kötü deneyimledi. Yetişkin hali ise “ artık büyüdün yapabilirsin” diyecek ve bu kişinin öz değeri çocuk ve yetişkin yanı arasında gelgitler yaşayacak ve hayatı sıkıntıya girecek ve birçok şey yapmasını engelleyecek. Bunlar gibi birçok örnek verilebilir. Hepimiz insanız ve acılarımızla ortağız. Hepimizin öz değeri zamanında sekteye uğramış olabilir. Hepimiz kırılan bir yanımızı toparlamaya çalışırken diğer yanımızı görememiş olabiliriz. Bunlar insanın olduğu her yerde gayet normal. Bu acılar insanı olgunlaştıran ve kendinin yolculuğa çıkması ve bilgece olması konusunda kıymetli yatırımlar. İnsanın öz değeri kolay oluşmuyor. Kendi istediğimiz kıvama gelene kadar birçok acılardan geçiyoruz ama “ Damlaya damlaya göl olur. “ misali acılar birike birike öz değerimin güçlü inşasına sebep olur. O zaman neden acılardan kaçarız ki ve neden çocuk yanımı hep saklarım? Hâlbuki hem yaralı yanım ve kendimi onarmaya gayret eden yanımla birlikte yani bir kuşun iki kanadı misali kabullensem kendimi ve öyle uçmaya çalışsam. Bir yanım ümit derken yani gelişeceğime dair inancımı taşısa ve bir yanımda çocukluğumda yara almış kalbimin korkusuyla yol alsa. Dostum, varlığımı ve içtenliğimi tam manasıyla kabul etsem ve bu sancıları çeksem ne olur? Hiçbir şey olmaz. Aksine öldürmeyen acı güçlendirir. Kanatlarınızı tüm hallerinize açmanız ve deneyimlediğiniz her şeyin sizi güçlendirmesi dileğiyle. Hoşça bak zatına çünkü alemin özü sensin!