Sevgi, insanın doğumunda başlayan ve ölümüne kadar devam eden yüce bir serüven. İnsan ilk doğduğunda dünyaya ağlayarak gözlerini açıyor. Bilinmeyen bir dünyaya geldiğini anladığında sığınabileceği annesi oluyor. Öyle ki çocuk ve anne arasındaki o kuvvetli sevgi bağı, annenin hamilelik sürecinde başlıyor. Çocuk annesinin karnında güvende hissediyor kendini ve rahat ediyor. Sonra dünyaya geliş anı çocukta bir panik yaratıyor; Çünkü en güvenli ortamdan hiç tanımadığı bir ortama gözlerini açıyor. Bu şartlar da çocuğun ana kucağı, en güvensiz limanda sığınabileceği tek yer ya da dipsiz bir kuyuya düştüğünde ona uzanan bir el gibi en kıymetlisi oluyor. Serüven annenin kucağında başlıyor ve toplumun en çekirdek yapısı olan aile ile devam ediyor. Arkadaşımız, dostumuz, sevgilimiz ve eşimiz bu hislerimi pekiştiriyor ve dünyaya da güvenli bakmamızı sağlıyor. Zaman geçiyor. Büyüyor insan. Çocukluğundaki gibi kalmıyor. En kutsal saydığı kişiler kalbinin bir köşesinde duruyor ama merak ediyor: nedir bu sevgi denen kavram, sevgi dış dünyada başka kimde bulunur, sevgi nasıl gösterilir? Merak ediyor ve başlıyor yaşamaya ve keşfetmeye. Sevgi kız ve erkek arasında farklı bir boyutta kendini buluyor. Gönle sevda düştüğünde insan ilk doğduğu andaki sıcaklığı ve güveni sevdiğinden almak istiyor. Şu hayat bizim için bazen en çekilmez halde olabiliyor ve insan kendini güvende hissedilecek yer olarak başkasının kalbine konuyor. Güvenmek ve inanmak istiyor sevdiğine ilk doğduğu an gibi. Sevdiği kişi yeri geliyor annesi, arkadaşı, dostu, çocuğu… Kısacası her şeyi oluyor. Sevgi denen kavram başkasının kalbinde aynı hisle anlam bulduğunda kişi tekrar var olduğu zamanı hatırlıyor ve mutlu oluyor. Dünyaya bakışı değişiyor, bulutlar, ay, güneş ve yıldız her zamankinden başka türlü bakıyor ve dokunuyor insana. Yüreğiyle bakmaya başlıyor insan sevince. Sevgi hep bu güzel hislerle ya da anlamlarla devam edemiyor olabilir. Her bozulan şey gibi bazen sevgi denen kavramın anlamını dolduramıyor ya da onu tüketebiliyoruz. Hayat bu ya insan sevgiyi hissediyorsa aynı şekilde sevgisizleşebiliyor da. Sevgi denen kavramı tüketenleri gördükçe sevmeyesi geliyor. Sevgiyi tükettiğimizin kanıtı olarak da “ sevgililer günü”müz var. Sevgililer günü ne demek açmak istemiyorum ama sevdiğine sevgili misin yoksa sevdalı mısın? Bu gün senin sevgililer günün mü? Sevdalılar günün mü? Hep birlikte göz atalım ne dersiniz? Sevgililer Günün mü? Sevdiğin birisi yok diye başkasını hayatına mı alıyorsun, bir gül almaya hasret kaldığın için mi sevgiyi istiyorsun, kendi egonu beslemek ya da sırf kendi sevginin karşılığını almak için mi seviyorsun, pırlanta yüzük ya da pahalı hediyelerle bir ilişkiyi sürdürmeye çalışıyor musun, zengin birini bulup kendini mutlu etmek için mi seviyorsun, bir başkasının canını acıtarak onu sevmekten zevk mi alıyorsun? ... Sevginin içini anlamını tüketen her türlü şeyle bu cümlelerin tamamlayabiliriz. Sahi senin için sevgililer günü bu demekse sevgililer günün kutlu olsun. Sevdalılar Günün mü? Sevmek senin için saygını ve güvenini sevdiğine hissettirmek mi, kendini ve onu mutlu etmek için çabalamak mı, sevmediğin bir şeyde ona saygı duyabilmek mi, içindeki sevgiyi gözlerine en içten şekilde yansıtabilmek mi, ellerine dokunduğunda bu hayatı birlikte yaşamaya cesaret edip ondan güç alabiliyor musun, sevmediğin şeylerde sırf o seviyor diye onun istediği şeye katlanabiliyor musun, çıkarsız ve samimi şekilde sevgini sunabiliyor musun, hayatın ritminde onunla dans edebiliyor musun, havayı sevgiyle içine çekebiliyor musun, güneş, dünya, bulut, yıldız kısaca gökyüzü onun varlığıyla anlam kazanıyor mu? … Sevginin içini dolduran, sevgi denen şeye yüreğinle bakabiliyor musun? Sahi senin için sevgililer günü bu demekse sevdalılar günün kutlu olsun.