İnce, uzun bir ağaçtır selvi. Kozalaklıdır. Koyu yeşil yapraklı. Kışın yapraklarını dökmez. Güzel kokuludur. Farsçadan girmiş dilimize. Aslı “servi”dir. Biz onu “selvi” söylemişiz. Sevgilinin boyu ince, uzun, endamlı oluşundan selviye benzetilir. Karacoğlan’a  kulak verelim. Bakınız ne diyor?   “Ala gözlerini sevdiğim dilber, Kokuya benzettim güller içinde. İnceciktir belin, hilâldir kaşın, Selviye benzettim dallar içinde.”   Klasik şiirimizde de selvi (servi) bir mazmundur.  Bir örnekle yetinelim:   “Çık levendane dolaş kuşelerin gülzarın Medet ey serv-i revanım, bozma reftarın”   Nedim diyor ki: “Çık levent gibi o usul boyunla gül bahçesinde dolaş. Ne olur  yürüyen selvim? Bu güzel, endamlı yürüyüşünü bozma.”   Hemen aklınıza düşmüştür, Selvi Boylum Al Yazmalım. Bir sinema klasiğidir. Türkan Şoray’la Kadir İnanır’ın oynadığı. Atıf Yılmaz’ın bir filmi. Filmin özgün müziğini Cahit Berkay bestelemiştir. Filmin müziği de bir başka güzeldir. Eser Cengiz Aytmatov’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış.   Bir de türküden alıntı yapalım. Türkülerin hatırı kalmasın: “Karanfil oylum oylum Geliyor selvi boylum Selvi boylum gelince Şen olur benim gönlüm”   Şimdi diyorsunuzdur ki: “Bu adam bir selvidir tutturmuş gidiyor. Lafı nereye getirecek?”  Merak etmeyin. Geldik geleceğimiz yere. Efendim bir sabah yürüyüşünde Yavaş’a dedim ki: -Arkadaş, gel bir selfi yapalım. Yavaş güldü. Niye güldü ki? Özçekim demeliydim. Hani akıllı telefonla kendi kendinin fotoğrafını çekme işi var ya... Baktım Yavaş’a. “Niye gülüyorsun?” der gibi: -Yav bu selviye guldüm. La benim bi torun var. Beş yaşlarında. Geçen babasının telefonunu almış geldi. “Dede, bi selvi yapak...” didi. “Git oğlum ne selvisi? “didim. Çocuk ısrar idiyo. Telefon elinde. Ayna gibi ekrana bakıyo. “Dede, gel yanıma.” diyin üsbelliyo.  Yaklaştım yanına. Gafa gafaya virdik. Şlak diyin bi ses geldi telefondan. Torunum “Bak dede selviye...” Bana telefonla çektiği foturafı gosderiyo. Vallaha şaşırdım galdım. Selviyi orda gordüm yav... Gülme sırası bende. Ben de güldüm. Dedim ki: -Ula Yavaş, o selvi değil selfi. “Özçekim” Türkçesi. Ben de senin gibiyim. Yeni öğreniyorum. Bir de selfi kurbanı bir gencin dramını aktarayım. Mersin’i sel bastığı gün. Yağmur dinmiş. Sular çekilmiş. Öğleden sonra sahile indim. Baktım bir kalabalık kıyıda... Ana baba günü. Denizin öfkesi dinmemiş hâlâ. Dev dalgalar kıyıları dövüyor. Polis kimseyi yaklaştırmıyor kıyıya. Sordum söylediler: Üniversiteli bir genç, çıkmış kıyıdaki kayaların üstüne. Selfi (özçekim) yapacak. Sırtı denize dönük. Kaldırmış telefonu. Çekim imine dokunmuş mu dokunmamış mı, belli değil. Bir dalga gelmiş. Sarıp sarmalamış.  Almış götürmüş delikanlıyı. Hayatının baharında selfi kurbanı olmuş zavallı. AKUT, deniz polisi, dalgıçlar... Arıyorlardı. Ne yazık ki bu talihsiz genci sağ salim bulamadılar. Aman deyim, siz siz olun selfi yaparken kendinizde olun. Özçekim yapayım derken selfiye  kurban gitmek de var işin içinde. Ona göre...