Maraş, düşman işgalinden kurtulmuş; ama Antep’te İslâm halkı açlıkla, savaşla pençeleşiyor. Acilen Antep’in yardımına koşmak gerekiyor.
Antep, Fransız komutan Abâdi tarafından muhasara altına alınmış.
Antep kuvvetleriyle Maraş çeteleri, muhasara altındaki şehre son bir taarruz yapıp, içerideki yirmi bin mahsur İslâm ahalisini kurtarmak ister.
Antep-Maraş Kuvva-i Milliyesi, ortak savunma yapmak için Maraş’taki askeri birliklerden iki tane 15 buçukluk ağır obüs tedarik etmiş, topla beraber 150 kadar da fedâi çete toplamış.
Yüzlerce çoluk çocuk, kadın, genç, ihtiyar uğurlama merasimi için Şeyhâdil’e gelmiş. Şeyhâdil ve mezarlık çevresi çok kalabalık. Dualar ediliyor. Analar, babalar kınalı kuzularına sarılıyor, yavuklular sadece uzaktan bakıp el sallıyor.
Abdal Halil Ağa ve davulcuları tokmaklarını aşkla davullarına vuruyor, çeteler halay çekiyor, meydan hüzünle sevinci bir arada yaşıyor.
Toplar gelin gibi süslenmiş.
Ağlayanların hıçkırıkları içleri parçalıyor. Bu, Antep’e çete uğurlamanın hüznünden ziyade, Maraş’ın kurtuluşunun ve geriye kalan acının, yokluğun biraz da sevincin hıçkırıkları.
Antep’e giden bu gönüllülere para lazımdı. Maraşlı evlatlarını savaşa parasız gönderemezdi. Ama halk çaresizdi. Halk, varını yoğunu Maraş’ın kurtuluşunda harcamıştı.
Umudun tükendiği bir anda, dağların aslanı Dayı Ahmet Ağa, çete kıyafetiyle kalabalığın arasından çıkıp kalabalığın ortasına atıldı. Doksan dokuzluk gümüş işlemeli tespihini cebinden çıkardı ve bağırmaya başladı: Haraç mezat, Dayı Ahmet Ağa’nın tespihi Dayı Ahmet Ağa’nın üstünde 5.000 kuruş.
Dayı Ahmet Ağa, bir sağa bir sola bağırarak: Dayı Ahmet Ağa’nın tespihi 10 bin kuruşa Evlekçi Zâde Fakı’nın üzerinde.
Haraç mezat, tespih üç bileziğe ismini söylemeyen bir bacımızda.
Haraç mezat, tesbih, üç bilezik, bir küpe ile ismini söylemeyen bir başka bacımızda.
O sırada kadınlar mezarlığa dalıp, arkalarını kalabalığa dönüp, yüzlerindeki peçeleri açıp kulaklarındaki küpeleri, boyunlarındaki gerdanlıkları, kollarındaki bilezikleri, parmaklarındaki yüzükleri, hasılı bütün avadanlıklarını çıkarıp kocalarıyla oradaki iâne (yardım) komisyonuna yolluyor.
Bu arada, kalabalığın dışında duran karı koca arasında hararetli bir konuşma duyulur.
Çete İsmail, “Eğsik, birkaç altın kalsın. Antep’ten dönüp dönmemek var. Bak gelirimiz yok. Çoluk çocuğa lazım olur.”
Hatice Bacı beyini ikna etmek için, “Yoh herif yoh. Yarının sahabı Allah. Bizi de merak etme. Maraş kurtuldu ya… aç, çıplak olsak da üzülmem. Ben dilenir deşirir çocuklarına bakarım, sen merak etme.” der.
Böyle bir hamiyet yarışı olamaz. Dayı Ahmet Ağa, meydanda dolaşırken bu yarışın karşısında ağlamaya başlar. Kalabalığın hıçkırıkları birbirine karışır. Dayı Ahmet Ağa şaşkındır. Hem hüznü hem sevinci bir arada yaşamaktadır. Dayı Ahmet Ağa, son defa avazının çıktığı kadar bağırır:
“Yüreği dağ, bileği bel gibi; kolun, elin, parmağın yetmediği yerde dişleriyle silahlarını tutup, silahın tetiğine dokunan, karşısında tüm savaş taktiklerinin iflas ettiği yiğitler, dağ gibi babayiğitler, beli bükük dedeler, ebeler, analar, bacılar, yavrular, vatan Dayı Ahmet Ağa’nızı dellâl etti, dellâl etti…”
İbrahim GÜLSU