Kitap fuarları, yazarların ve kitapların okuyucularıyla buluşma yeri olduğu kadar; yazarların da diğer yazarlarla buluşma yeri gibidir. İçinde bulunduğumuz günlerde Kahramanmaraş’a kitap fuarı nedeniyle çok sayıda tanınmış şair ve yazar geldi. Kimileri birkaç saat, kimileri birkaç gün kaldı gitti. Bazı yazarlarımız kaldıkları sürede kitaplarını imzalamanın yanı sıra, dostları ve sevenleriyle buluşup hasret giderdiler. İşte şehrimizde misafir gelen bu değerli yazarlarımızdan biri de Edebiyat Ortamı Dergisi yöneticilerinden, yazar ve düşünce adamı Sadık Yalsızuçanlar’dı.
Sadık Yalsızuçanlar beyi, televizyon proğramlarından ve yayınladığı kitaplarından tanıyor, özellikle tasavvufi araştırmalarını önemsiyor ve takip ediyordum. Geçtiğimiz yıllarda yine kitap fuarı için şehrimize geldiğinde kısa da olsa sohbet etme fırsatımız da olmuştu. Bu defa Edebiyat Ortamı Dergisi standını ziyaret ettiğimde, orada eski milletvekilimiz yazar Mehmet Ali Bulut ve şair yazar Ali Büyükçapar hocamda vardı. Tanışma faslı ardından klasik fuar sohbetimizde söz döndü dolaştı Maraş’ın manevi mimarları ve Maraş Mevlevihanesi’ne geldi…
Sadık hocam anlatılanları merakla dinliyordu, Ali büyükçapar bey, Arzu ederseniz yarın fuar mesaisinden önce tarihi mekânları ve Maraş Mevlevihanesi’nin olduğu alanı birlikte gezebiliriz, dedi. Aldığımız olumlu cevap karşısında Ali hocamla beraber o kadar mutlu olmuştuk ki…
Pazar sabahı kararlaştırılan noktada buluştuk. Sadık Yalsızuçanlar ve eşi hanımefendi. Mehmet Ali Bulut, yayınevi editörü Yunus Nadir Eraslan, ve yazar Sevgi Ataş hanımefendilerle, Ali Büyükçapar ve ben proğramlanan hedeflere doğru ilerlemeye başladık.
Öncelikle tarihi kapalı çarşımız, gezimizin ilk durağı oldu. Bakırcılar Çarşısı, Belediye Çarşısı, daha sonra Demirciler Çarşısı yanındaki Bıçakçılar Çarşısı ilk güzergahımızdı. Mehmet Ali Bey oradaki bir bıçakçıdan Kahramanmaraş yapımı cep bıçaklarından beraberindekilere bıçak alması, sanırım dostlarına Maraş’ı hatırlatacak en güzel hediyelerden biri olmuştu.
Mutfak Müzesine doğru hem ilerliyor hem de sohbetimiz bütün sıcaklığıyla devam ediyordu. Dilimizin döndüğünce o sokakları, konakları ve oradaki yaşanmışlıkları anlatmaya çalışıyorduk. Özellikle Çarşıbaşı Camii yanından geçerken Ali Büyükçapar hocamın, Maraş’ın manevi mimarlarından Hafız Ali Efendi’yi ve onun manevi dünyasını anlatması, sohbeti tasavvufi bir mecraya çekti.
Misafirlerimiz, özellikle hanımefendiler, mutfak müzesi, en fazla onların dikkatini çekti. Orada sergilenen eski eşyalarını gördüklerinde herkes kendi çocukluğuna gidip yaşanılan o günleri sanki yeniden hatırladı.
Konağın ahşap merdivenlerden üst katlara çıkıldı. Odalarda sergilenen eski eşyalar hayranlıkla izlendi. En üst katı dolaşırken sofanın orta yerinde üzerinde “cihannuma” yazılı kapalı bir kapı dikkatimizi çekti. Bize mihmandarlık eden bayan görevliye burayı sorduğumuzda, çatı katında seyirliğe çıkılan kapı olduğunu söyledi. Merak ettiğimizi anlayınca, arzu ederseniz orayı da gezebiliriz, dedi. Kapıyı açtı. Dar ve dik bir merdivenden eğilerek zorlukla bir üst kattaki seyirliğe çıktık. Bir anda farklı bir dünyaya dalmıştık sanki. Ben çok defa geldiğim halde buraya ilk çıkmıştım. Dört bir tarafı camekân gibi inici çıkıcı pencerelerle çevrili, tavanı kubbeli, üç beş kişinin sığabileceği genişlikte küçücük bir oda. Oradan baktığımızda muhteşem bir Maraş manzarası bizi bekliyordu sanki. Bir defa daha anladım ki eski mimarimize zerk edilen zevk, ahenk ve estetik, maalesef günümüzdeki beton yığınlarında yok.
Misafirlerimizle bir süre o pencerelerden etrafı seyrettik. Çok değil, elli-altmış yıl önce buradan baktığımızda daha güzel ve zevkli manzaralar seyredebilirdik; hemen karşımızda heyula gibi duran Döngel Apartmanının yerinde taş kubbeleriyle Tuz Hanı’ını, az ötesinde şimdiki Çinili Çarşı’nın yerindeki eski hanı, arkada eski tapu dairesinin civarında Yılan Kıran Han’ını, Demirciler Çarşısı’nın eski yapılarını, haşmetli Eski Kışla, kapalı çarşının tarih kokan kubbelerini ve birbirinin güneşini kapamayan dut ağaçlı Maraş konaklarını görecektik. Derin bir ah çektikten sonra kendimizi, aşağıda tandır kaplı avluda, eski taş şadırvanın başında çaylarımızı yudumlarken bulduk.
Sohbet de iyice demini bulmuştu. Zira bir sonraki durağımız Maraş Mevlevihanesi’nin olduğu Saraçhane Meydanı idi. Burada yanımda getirdiğim, Mesut Bilginer ile beraber hazırladığımız “ Hz. Mevlana Mevlevilik ve Maraş Mevlevihanesi” kitabımızı ve “Han duvarları, Kalbe düşen Kor” isimli romanımı Sadık beye takdim ettim. Üstat bir taraftan kitabımızı dikkatle incelerken bir taraftan da Ali Büyükçapar hocamla Maraş Mevlevihanesi üzerine anlattıklarımızı dinliyordu.
Maraş Mevlevihanesi’nin Dulkadiroğlu hükümdarı Alaüddevle Bozkurt Bey’in vakfı olduğunu, 1500 yılında Yum Dede Zaviyesi ismiyle inşa ettiği,dergaha giderlerini karşılaması için hemen yanı başındaki kapalı çarşıda on dükkan vakfettiğini heyecanla anlattım. Sultan Abdulhamit Han hazretlerinin dergâhın tamiratına kendi özel bütçesinden 150 lira yardım gönderdiğini, kitabesinin olduğunu anlattık. Araştırma kitabımıza aldığımız belgelerden; Dergahın vakfiyesi, tamirat kitabesi, Osmanlı arşivlerinden temin edilen belgeleri, yazışmaları, orada görev yapan şeyhleri, dilimiz döndüğünce anlattık.
Dergâhın akıbeti kısmına geldiğimizde; 1 Şubat 1920 de Fransızlar tarafından yakıldığı ve 1941 yılında tarihi niteliği yoktur gerekçesiyle Vakıflarca açık artırmayla şahıslara satıldığını, bir dönem köy garajı olarak kullanıldığı, daha sonra 1968 yılında şimdiki betonarme dükkânlar yapılarak manifaturacılar çarşısı olduğunu, geriye ise sadece mütevazı bir türbe kaldığını ifade ettik.
Misafirlerimiz, mevlevihanenin yeniden ihya edilmesi gerektiğini vurgulayarak, Mehmet Ali Bulut bey bize dönüp, Siz konuyu içeren bir dosya hazırlayın ben ilgili makamlara ulaştırmaya çalışırım, demesi bizi sevindirdi.
Sohbetin ileriki aşamasında, Edebiyatımızın müstesna şairlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel’in meşhur Han Duvarları şiirindeki Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a geldi. Satılmış Efendi’nin bu dergahın son şeyhi Selim Dede’nin oğlu olduğunu söyleyince Sadık bey daha da heyecanlandı. Yanındaki Hüseyin beye dönerek, konu çok önemli bunları dergide yazabiliriz, demesi bizi gururlandırdı.
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın Coşkun Çokyiğit bey tarafından Kültür bakanlığı destekli bir belgesel çekimi yaptığını, hatta Satılmış’ın bazı sahnelerinin bu konakta çekildiğin anlatınca misafirlerimiz daha da heyecanlandı. Sadık Bey, Coşkun Çokyiğit’i tanıdığını ifade ettikten sonra, konu gerçekten hem edebiyatımız açısından hem de kadim kültürümüz açısından çok önemli diye, sizlere çok teşekkür ediyorum, belgeleri kitaplaştırmışsınız. Fakat bu konuyu bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaştırılması gerek. Zira bu konuda Cumhurbaşkanımız çok hassas olduğunu biliyorum. Mutlaka bir çözüm üretefceklerdir.
Zaman ilerlemişti. Misafirleri Mevlevihanenin olduğu yere götürme vakti gelmişti. Görevlilere teşekkür ederek mutfak müzesinden ayrıldık.
Labirent gibi eski dar sokaklardan geçerek Hatuniye Camiine kadar geldik. Cami 15 asırda Maraş Mevlevihanesi Yum Dede Zaviyesi’ni vakfeden Alaüddevle Bozkurt Bey’in eşi Şemsi Hatun için yaptırdığı tarihi bir camiydi. Şemsi Hatunun mezarı da oradaydı Fatihalarını okuyup ayrıldık.
Camiinin karşısından aşağıya kapalı çarşıya doğru inen sokağın içinde, İklime Hatun camii vardı. kadim kültürümüzün iklimini soluya soluya kapalı çarşının Sûk-i Sultan kapısından geçerek Saraçhane Meydanına geldik. Hemen sol tarafa Saatçılar Garajı diye isimlendirilen yerde, binası olmayan dergahın alana geldik.Etrafı dükkanlarla çevrili alanın hemen sağ köşesinde türbe kısmı vardı. “Ya Hazreti Mevlana” yazılı türbe kapısı kapalıydı. Burada ayaküzeri bir süre daha konuşmaya devam ettik. Daha sonra fatihalarımızı göndererek hüzün dolu duygularla o mekândan ayrıldık.
Ümidimiz odur ki bu kapalı kapılar bir gün mutlaka açılacak ve buradaki Mevlevihane yeniden ihya edilerek ecdada karşı saygı vazifemizi yerine getirmiş olacağız. Elbette böyle bir yiğit bu topraklardan çıkacaktı diye ümid ediyoruz.
Dostlarımızla bu duygularla vedalaşıp ayrıldık.
Selam ve dua ile…