Kimilerine göre çok hızlı, kimileri için çok yavaş geçen zaman’ın getirip götürdüklerini saymak ve sıralamak gerçekten çok zordur. Benzerliklerden çok ayrılıklar ve aykırılıklar taşıyan zaman süreci bir “değişik tablolar” sergisi gibidir. İnsanı mutlu eden, üzen, düşündüren ve duraksamalar içinde bırakan olaylar, oluşumlar, olumlu ve olumsuz yanlarıyla etkileyen durumlar tutumlar, duyuru ve düşünce özgürlüğünün doğal yansımalara, sonuçları olsa bile yaşamı aydınlatıp gölgelememesi bile yaşamı aydınlatıp gölgelememesi engellenemiyor. Zamanın soyut bir ortam olduğu tartışılamaz. Genelde kullanılması, kazanılıp yitirilmesiyle, değerlendirilerek dilimizden düşürmediğimiz zamanın sonuçu olduğu açıktır. Yaşamımıza göre değerini ölçtüğümüz zamanın, varlığımızın en doğal kucağı ve değeri olduğu benimsenmiştir. Zamanı değerli kılan değerler, unutulmaz, seçkin kişiliklerdir.
Son zamanlarda televizyonda hep gördüğümüz bilim insanları, siyasetçiler, eğitimciler vs.
Yeni değil hep olmuşlardır. Bu korunalı günlerde hemen her gün bilim insanlarını görmek mümkündür. Bazı bilim insanları birçok kanalların vazgeçilmez konuğu olmaktadırlar. Bilim insanları daha çok Türkiye’de siyaseti konu almaktadırlar. İpe sapa gelmeyen konularla saatlerce laf yetiştirmeye çalışıyorlar. Evet… Dünya ile bu virüs belasını yaşıyoruz. Hem işimizi hem aşımızı kaybettik. Esas bilim insanlarının işi siyaset yapmak değil. Dünyanın birçok ülkesi kendi aşısını çar çabuk buldu ve halkını aşılamayı tamamladılar... Zamanı boşa geçirmediler. Üstelik buldukları aşıdan gelir elde ederek ülke ekonomisine katkıda bulunmaktalar. Virüs le tanışalı bir yılı geçti ikinci yıllın ortalarına geldik. Yerli aşı çalışmaları olumlu gittiği takdirde, yılsonunda aşılamaya geçilecekmiş... Anlı şanlı bilim insanlarının esas işi aşı bulmak değil mi? Her gün televizyonlara çıkıp siyaset yapmak mı?
Üniversiteler ülke ekonomisine katkıda bulunmak, ülkemize emanet edebileceğimiz gençleri ülke sorumluluğunu üstlenmek için yetiştirmeleri gibi misyonları da var!
Bilim insanlarını kanallarda konuşurlarken aşı bulunmasından o kadar bahsetmiyorlar. Şu kadar ülkeden şu kadar aşı gelecek ondan söz ediyorlar.
Ama bir taraftan vaka sayısı ve ölümlerin artığını onlarda görüyorlar. Bununla birlikte tüm ülke ekonomisine darbe vuracak büyüklükte kapanma sürecine girdik. Sonucun ne olacağı da belirsizliğini koruyor.
1887 Yılında Osmanlı döneminde kuduz aşısı, 1903 yılında kızıl serum, 1911 yılında tifo, dizanteri ve veba aşısı, 1927 yılında verem aşısı, 1931 yılından 1996 yılına kadar tetanos ve diğer yerli aşılar üretilerek kullanılmış!
Türkiye’de 200 üzerinde kamu ve özel üniversitelerimiz var. Devletin kıt imkanlarına rağmen bir çok üniversitelere laboratuvarlar kuruldu!
Örneğin; Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, son gelişmiş laboratuvara sahip! Sonuç malumunuz.
Bir atasözü ile yazıyı bitirelim. Yağ var, un var, şeker var.