GAZETECİ AHMET Gazeteci Ahmet genç yaşta gazete, dergi, kitap gibi gereçleri satarak büyükçe sayılabilecek ün ve para kazanmıştır. İyi bir iş kurmuşken dahası iyi bir yaşama kavuşmuşken alkol bağımlılığına düşmüştür. Giderek gücünü yitirmiş ve çevreden kopmuştur. Bana göre alkol bağımlılığı gibi olgular sağaltımı çok zor sayrılıklardandır. Son yıllarını yatalak olarak geçiren gazeteci Ahmet kentimize iki gün sonra gelen İstanbul gazetelerini daha sonra Ankara’dan ve Adana’dan ancak akşamüzeri gelen gazeteleri okuyucusuna ulaştırmak için yıllarca olağanüstü çaba göstermiştir. GAVUR HACI Bizde başka bir dinden Müslümanlığa geçenlere dönük denir. Gavur sanı eskiden bankalarla iş gören faiz alanlara denirdi. Tefecilik yapanlara ise bugün bile “cücükcü” denmektedir. Tefecinin bu yolla kazandığına ise cücük denmektedir. Bizim Gavur Hacının mahallemizde üç katlı güzel bir konağı vardı. Evinin girişinin hemen yanında kumaş mağazası vardı. Mağazanın hemen yanında bir çeşme yaptırmıştı. Sert bir görünümü vardı ama iyi bir kişi idi. O günlerde yollar kesme karataşlarla kaplı idi. Bir gün bir teneke kutuyu evinin üstünde yola attılar ve bana, hadi bunu top gibi tekmele, dediler. Ben de öyle yaptım. Beni yolda karşıladı, bana çok kızdığını belirten sözler söyledi. Meğer onun bu eyleme çok kızdığını bildikleri için o kutuyu bana tekmeletmişler. Ondan sonra yıllarca yüzüne bakamadığımı anımsıyorum. Eskiden çok küçük bir açığınızı bulsalar hemen oradan üzerinize gelirlerdi. HORTUM Hortum orta boylu tıknaz yapılı bir adamdı. Konuşabildiği ancak beş altı sözcük vardı. Onu da ancak anlayanlar anlardı. Kentin en büyük eczanesinde bir koltuğa otururdu çoğu kez. O günlerde eczanede oturabilmek büyük bir ayrıcalıktı. Kurtuluş Savaşı gazisi olan Eczacı Lütfü Bey onu kollamaktaydı. Halk onun eczaneye uğur getirdiğini söylerdi ama o günlerde eczanelerin uğura gereksinimi yoktu. Erkek bebekleri çok severdi. Kız bebekleri sevmezdi. Onun çarşıda yolda gezmesi çok seyrekti. Her engelli ile toplu olarak dalga geçildiği o çağda Hortum’a en küçük sataşmanın olduğunu görmedim. Adının Ahmet olduğunu da çok sonra öğrendim. HACI ASLANIN İBRAHİMİ İbrahim mahallemizin köklü ailelerinden Ekmekçilerin evinde yatar kalkardı. Hiç konuşmazdı. Yalın ayak baş kabak gezerdi. Yere değin uzanan uzun bir gömlek giyerdi. İlkel sözcükler çıkardı ağzından kızdığında ya da sevindiğinde. Ayaklarına dek uzanan gömleğinin cebine sebze, meyve koyarlardı. Ağzına neredeyse avuçla ağızotu atardı. Ağzından seli akardı. İri yarı idi. İyi bildiklerinin yanında az biraz eğlenir ve selam verirdi. Kötü bildiklerinin yanından hızla geçerdi.  Bulunduğu yeri çepeçevre çizerseniz oradan bir yere çıkamazdı. Bağırır çağırır o çizginin bozulmasını beklerdi. Bizim evin karşısındaki kahveden birkaç kişi gece yarısı onun çevresini bir çöp ile çizerek tutsak kalmasına neden olmuşlardı. Sonra da onu orada unutup gitmişlerdi. Sabaha değin orada, sokakta dikilip kalmış İbrahim. Ertesi gün gündüzün koca bir kaldırım taşı ile kahvenin camını, çerçevesini yerle bir ettiğini görünce gece olanları öğrenmiştim. İbrahim iç çamaşır giymezdi. Tuvalet gereksinimi geldiğinde hemen oraya çökerdi. Bir gün belediyenin kapısı önünde yapmış yapacağını. Görevliler de çok kızmışlar, belki de pataklamışlar. O da belediyenin bir çerçevesini dağıtmış. Belediye yöneticileri de İbrahim’i kömürlüğe kapatmışlar. Günler sonra İbrahim ortalıkta görünmez olur. En son onu belediyenin kömürlüğünde bulurlar. Meğer o yine bir cam çerçeve dağıtmış. Suçunun karşılığını çekmek için de kömürlüğe kendini kapatmış. Böyle kişiler deli miydi, veli miydi bilemedik gitti. EŞKIYA ABUZER Benim çocukluğumda Kör Bayram ve Memili Bayram adlarında iki eşkıya vardı. Uzun yıllar dağlarda gezdiler. Halk onları besledi, ama korkudan ama saygıdan. Eşkıyalar o saygıyı yitirdiklerinde halk da onları bir biçimde bitiriverir. Memili Bayram’ın böyle bir sonunu duymuştum. Ama Abuzer’in ölümünün üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın türkülerini, destanlarını dinleyerek büyümüştüm. Onu kentimizin varsıllarından birinin ihbarı üzerine jandarmalar çepeçevre kuşatarak öldürmüşler. Ölüsünün üzerine bile sekiz on fişeklik boşaltılmıştır ki ondan ne denli çekinildiğinin en büyük belirtisidir. Arkasından söylenen türkülerden birinde şöyle söylenir: Çobantepe dölek dölek Kanlar akar külek külek  Nasıl kıydın sen onbaşı Abuzer’de çatal yürek Bu sözler bugün çok az kişinin bildiği etkili ve acıklı bir türkü olarak Abuzer’den kalan anıdır artık. Ama yöremizin en ünlü eşkıyası İnce Memet olmalıdır. Onun hakkındaki gerçekleri yazarsam büyük ustaya karşı saygısızlık olur. İnce Memet’in izlerini aramak isteyenler önce Helete’ye, sonra Nurhak’a uğramak zorundadır. Bir de Andırın Çiğşar köyünden bilgi almalıdırlar.