1950’li yıllarda kentin ana caddelerinde ve büyükçe sokakların giriş yerlerinde elektrikli sokak lambaları bulunmaktaydı. Ancak bu lambalar gerçek anlamda sokakları aydınlatamadığından geceleyin sokağa çıkanlar yanlarında bir gemici feneri ya da başka bir aydınlatıcı bulundururlardı. Evlerin ancak yarısında elektrik vardı. Elektrik yalnız aydınlanma için kullanılırdı. Elektriği olmayan evlerde lüks, gemici feneri, idare gibi gereçler kullanılırdı. Aydınlanma için yalnızca çam çırasının kullanıldığını da anımsıyorum. Köyler elektriği hiç bilmezdi. Ütüler hep kömür ateşi ile ısıtılırdı. Bunun dışında da enerji için hep odun ve kömür kullanılırdı. Bu yıllarda üğüntü (talaş) da sobalarda yakılır olmaya başlandı. Kışın ısınmak için hep soba kullanılırdı. İlk kaloriferli yapılar 1960’lı yılların başında yapılan kale dibindeki postane ile vilayet konağı olmuştur. O yıllarda bile daha soba ile tanışmamış evler vardı. Kent taş kömürünü demiryolları ile tanımıştı. Yine o yıllarda kentte çok bulunan çeltik değirmenlerinden (biz ona fabrika diyorduk) arta kalan çeltik kabukları ile enerji gereksinimi sağlanan bir hamam olduğunu (Bahçe Palas Hamamı) anımsıyorum. Palas sözü hamamın üstünde aynı adda otel oluşundan ileri gelmekte idi. Çeltik kabukları birçok mahalledeki güreş alanlarına güreşçilerin yaralanmasını engellemek için de serilmekteydi. Kentin içme suyundan arta kalan su ile bugün bile Elektrik diye anılan yerde enerjiye çevrilmesinden ve belediyenin çalıştırdığı jeneratörlerden elektrik üretilirmiş ilkin. Bu aşamaları çok fazla anımsamıyorum. Ancak 1958 yılında Ceyhan Irmağı üzerinde Güvercinlik denilen hidroelektrik santralinden gelen elektrik ile kentin aydınlandığını ve gelişmemiş de olsa sanayisinin bu elektrikle beslendiğini anımsıyorum. Yine iyi anımsıyorum ki bu santral arkasında gerçek bir gölet olmadığından ırmak akıntısının çok fazla olduğu dönemde kapakları açılarak üretim dışı kalırdı. Doğal olarak kent de karanlığa bürünür, çarklar dönmez olurdu. Ara sıra yapılan elektrik kesintileri çok doğal karşılanır, hemen lambalar, çıralar tutuşturulurdu. Bu gelgitler 1961 yılında tam kesinti ile sonuçlandı. Büyük bir sel Güvercinlik Santralini devre dışı bırakmıştı. Kent birkaç yıl karanlıkla boğuşmak durumunda kalmıştı. Sonunda santral yeniden çalışır duruma geldi ama gereksinim arttığı için yine kente yetmez oldu. Daha ileride ulusal sistemle buluşan elektrik şebekesi bu kez de ulusal sistemden kaynaklanan sorunlarla uzun yıllar uğraşıp durmuştur.
SAĞLIK 1960 yılında Maraş’ta elli yataklı bir devlet hastanesi vardı. Yedi ya da sekiz uzman doktor yarım zamanlı hizmet vermekteydi. Vilayet binasında bir hükümet tabipliği vardı. Orada her zaman doktor bulunurdu. İlçelerin hemen hiç birinde resmi görevli doktor bulunmaz, bu boşluk kent merkezinden geçici görevle gönderilen doktorlarca doldurulurdu. Devlet Hastanesinin dışında dört adet Trahom Savaş İstasyonu, bir tane de Verem Savaş Dispanseri vardı. Bunun dışında kent merkezinde resmi görevi bulunmayan dört ya da beş tane serbest çalışan doktor vardı. Bunların tamamının pratisyen olduğunu anımsıyorum. Doktorların bir kısmı Cuma günleri hastalarından ücret almazdı. O günlerde dört ya da beş tane sınıkçı vardı. Bugün de vardır. Kent merkezinde serbest çalışan diplomalı dört ebe vardı. Bunun dışında çok sayıda diplomasız ebe vardı. Bunlara aralık ebesi denirdi. Kent merkezinde dört tane diş hekimi vardı. Buna karşın diplomasız sekiz on adet dişçi vardı. Sınıkçılar gibi diplomasız dişçiler bugün de hizmet vermektedirler. Bunların dışında utacılar vardı, göz tedavisi yapan. Sağaltıcılar vardı doktor gibi çalışan. Ayrıca ocak denilen aile kişileri kimi hastalıkları okuyarak tedavi etmeye çalışırlardı. Bu aileler bugün de aynı biçimde hizmet etmektedirler. Halkın kendi kendilerine sağaltıcı yöntemleri vardı. Sözgelimi olgunlaşmamış apseler için yara üzerine yağlı ılık hamur vurulur ya da lokumla bastırılırdı. Bu yöntem bugün eczanelerde satılan ihtiyol pomattan daha az etkili değildi. O yıllarda ilimizde bir genel cerrahi uzmanı vardı o da Op. Dr. Sait Emirmahmutoğlu idi. İlimizin ilk Müslüman uzman doktoru odur. Göz hastalıkları uzmanı olarak Op. Dr. Kemal Tolon’u anımsıyorum. İç hastalıklarında Dr. Emrullah Çuhadar ve Dr. Erdoğan Ademoğlu bulunmaktaydı. İntaniye uzmanları Dr. Celal Tamer ve Dr. Ali Rıza Köker uzun süre halkımıza hizmet etmişlerdir. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak o yıllarda ilimizde çok uzun kalanını anımsamıyorum. Onların biri gelir biri giderdi. Çok kısa bir ara kentte iki kadın hastalıkları ve doğum uzmanının bir arada bulunduğu olmuştur. Pratisyen doktorlarımızdan Dr. Emin Karpuzoğlu, Dr. Remzi İnce, Dr. Cevdet Karakız ve Dr. Faruk Önal belleğimde kalanlardır. İleri tetkik ve tedavi gereken durumlarda hastalar Ankara’ya ya da İstanbul’a gönderilirdi. 1950’li yıllarda göz tedavisi için Kilis’e de gidildiğini anımsıyorum.
(DEVAM EDECEK)