Aşık Veysel’den alınma bir Divriği türküsü. Bir uzun hava. Hasret kokan, sitem ve kahır dolu bir türkü. Bir feryat. Yürek yakan. İnsanı dilhun eden…Muzaffer Sarısözen derlemiş. Ben Aşık Veysel’in yorumuyla türkünün ilk dörtlüğünü yazmaya çalışayım: . “Ağ gul seni cemekanda gormüşler ağ gulüm gulüm Siyah saçın sırma ile örmüşler yar ağlen ağlen, dur ağlen ağlen Ürüyamda seni bana virmişler ağ gulüm gülüm Beni böyle yakar gor gider misin yar ağlen ağlen, dur ağlen ağlen Evel sever şimdi terk ider misin yar ağlen ağlen, dur ağlen ağlen” . Bir de Yücel Paşmakçı’nın derlediği bir Tokat türküsünde camekana rastladım. Hadi sizin gül hatırınız için ilk dörtlüğünü alıntılayayım: . “Camekanın içinde de Ayna mısın cam mısın Ayrılamam ben senden de Ayrılacak can mısın” . Canlar canını bulursa, ayrılmak ne kelime, samanlıklar seyran olur. Düğün olur, bayram olur. Bir can bir canı severse, her yerler gülistan olur… Biz altmışlı yıllarda Oğulcuk’ta “camekanda” domates, biber yetiştirdik. O sıralar ilkokulda öğrenciyiz. Hamdi öğretmenimiz mart başlarında uygulama bahçesinin güneş alan bir bölümüne 50-60 santim derinliğinde, yarım metre eninde bölmeler hazırlattı bize. At gübresiyle karıştırdık taban toprağını. Domates, biber tohumu ektik. Bu tarhların üstünü camla kapattık. Bir süre sonra tohumlar yeşerdi. Köylü Hamdi öğretmenimize bıyık altından güldü: -Yav, duydunuz mu? Hamdi oğretmen camekanda domatis, büber yitişdiriyomuş. Daha neler gorecağak! Biz kendi yetiştirdiğimiz fideleri uygulama bahçesine göçürdük. Herkesten önce yetişti domates ve biberlerimiz. Bir de Çalağcı (Çalık Hacı)’dan duydum camekanda büyütmek sözünü. Çalağcı (Hacı Yalçın) baba yiğit bir adam. Boyu 1.90, kara yağız,başında foteri, bakla bıyık, iri yarı, bariton. Giyimine kuşamına özenli, titiz mi titiz… Üç kızından sonra bir oğlu oldu Çalağcı’nın. Dünyalar Çalağcı’nın. Minik yavruya “Ertuğrul” dediler. Ertuğrul üç bacının biricik kardeşi. Üzerine titriyor horanta. Yere yurda sığdıramıyorlar Ertuğrul’u. Yere koysam pis olur, rafa koysam is olur özeniyle. El bebek, gül bebek büyütüldü. Çocukluk çağında bir arkadaşıyla kavga etti Ertuğrul. Çocuk çocukla dövüşür, barışır. Ama Çalağcı’ya bunu anlatmak mesele. Bizim dükkanda burnundan soluyor Çalağcı: -Ben Ertuğrul’u camekanda böyüttüm. O çocuğu bi elime geçirirsem doğduğuna puşman iderim. Ertuğrul büyüdü. Emniyet teşkilatına girdi. Emniyet mensubu oldu. Emekliliğinde geldi Oğulcuk’a. Baba ocağını şeneltti. Dişiyle, tırnağıyla güzel bir konut yaptı. Hem de bu konutun mimarı, mühendisi, ustası, amelesi kendisiydi. Kızı Didem’di en yakın yardımcısı. Geçen yıl bir talihsizlik yaşadı, kaza geçirdi can Ertuğrul. Ağır yaralandı omurlarından. Kalkıp yürüyemedi. Yatağa bağlı kaldı. Doktor-hastane. Uzun süre tedavi gördü.Gün günü düzeliyor çok şükür.. Oğulcuk’a gelmiş Ertuğrul. Haberimiz oldu. Aradım. Halini hatırını sordum. Ziyarete geleceğimizi söylediğimde: -Gel hocam. Bizim halimiz de bir manzara, dedi. Zaten hepimiz büyük manzaranın bir parçası değil miyiz? Evin balkonunu saydam plastik bir naylonla kaplatmış.Oturuyordu balkonda Kendisini camekanda gördüm..İyi gördüm. Güler yüzle karşıladı bizi. Morali çok yüksek. Okuyor yazıyor. Kısa zamanda sağlığına kavuşacağına yürekten inanıyorum.