Abbas Sayar’ın ünlü eserinin adıdır Can Şenliği. Can Şenliği’nde Eşekçi Hüseyin’le tanışırız. Eşekçi Hüseyin, taşımacılıktan çıkarır ekmeğini. Medarı maişetini nakliye işinden kazanır. Nakliye deyince kamyonu, tırı mırı yok. Birkaç tane eşeği var. Bu eşekleriyle  yük taşır ücret karşılığında. Kıt kanaat geçinip giderler.

                Eşekçi Hüseyin eşini kaybeder. Dünyası kararır kahramanımızın. Yapayalnız kalmıştır darı dünyada. Dünyalar başına dardır Eşekçi Hüseyin’in. Oğulları da hayırsız mı hayırsız. Eşinin ölümünden sonra oğulları  bakmaz Hüseyin’e. Bir eşeği vardır ona can şenliği. Evlenir, fakat kısa sürer bu evliliği. Yalnız bir insanın yapayalnız ölmesi romanın konusunu oluşturur.

            Ben böyle özetledim. Siz en iyisi Can Şenliği’ni okuyun. Ahir ömründe yalnız bir insanın dramına tanıklık edeceksiniz.

            Şimdi gelelim Başhoroz’a. Başhoroz Boğazlıyan’ın bir köyü. “Başoruz” deriz biz. Küçük ünlü uyumuna uygun söyleriz. Horoz’un h’si erir gider arada.

            Babam ellili yılların sonuyla altmış’ın ilk yıllarında Başhoroz’da imamdı. Başhoroz’dan bir ev aldı. Başhoroz’a göçtük. Üç yıl “Başoruzlu” olduk.

            Başhorozlu Hurşut Ağa ahir ömründe eşini kaybetti. Mecnuna döndü. Bir insanın hayatı paylaştığı ayalini kaybetmesi ne demek? Bir yerlere sığmıyor Hurşut emmi. İçeri girse içeriler dar. Halinden anlayan yok. Artık o bir yalnız, bir garip.Gerçi çocukları hürmette kusur etmiyorlar. Ama “Öte git gozune tütün gider.” Deseler üzülüyor. Dışarı çıksa dışarısı kar. Öyle ya hayatının kışında Hüseyin Ağa. Ne yapsın? Ne etsin? Nerelere gitsin?

            Bir gün babamla karşılaştılar sokakta. Babam hatırını sordu Hurşut emminin:

            _Hurşut Ağa! Nasıssın, iyi misin?

            -Ne iyiliği hoca. Şu geniş dünya başıma dar benim. Benim halim hal değil.

            -Niye ki Hurşut Ağa? Çocukların bakmıyo mu yağsa?

            -Yok yok! Allah hepisinden razı olsun. Bir didiğimi iki itmiyollar. Lakin ben yalnızım hoca. Evlenmek isdiyom dul gadınnar gelmiyo. Senden bi isdağam var hoca.

            -Söyle Hurşut Ağa. Seni diğniyom.

            -Yav hocam. Bi Cuma hutbesinde minbere çıktığında disen ki “Gomşular, dul gadınnarın evlenmesi, nikah altında ölmesi caizdir.” Belki bi faydası olur. Bi can yoldaşı bulurum gendime.

            Babam güldü:

            -Tamam Hurşut Ağa. Bu cuma senin bu isdağani yirine getiririm.

            Hurşut emmi cumayı iple çekti. Beklenen gün geldi. Hurşut Ağa tıraş oldu. Sakalını taradı. Giyindi kuşandı. Oldukça heyecanlı. Kıpır kıpır. Gözlerinin içi gülüyor. Hane halkı Hurşut Ağa’daki bu değişikliği algıladı. Onlar da sevindiler. O heyecanla cuma selasından hemen sonra geldi camiye. En öne oturdu. Vakit tamam olunca namaza geçildi. Sünnetten sonra iç ezan okundu. Babam minbere çıktı. Başladı Cuma hutbesine. Sözü döndürüp dolaştırdı. Asıl meseleye geldi:

            -Aziz mü’minler. Yalnızlık Allah’a mahsus. Koyümüzde dul kadınlar ve erkekler var. Bunlar yalnız yaşıyor. Özellikle dul kadınlar tekrar evlenmek istemiyor. Halbuki dul kadınların evlenmesi ve nikah altında ölmesi dinimzin bir vecibesi. Yakınınızdaki dul kadınları evlenmeye teşvik ediniz.

            Tam burada Hurşut Ağa oturduğu yerden sıçrad. Ellerini iki yana açtı:

            -Hah şöyle yav hoca, dedi. Sen şimdi bi horuzu hak itdin.

            Cemaat başladı gülmeye. Hurşut Ağa dediğine diyeceğine pişman oldu ya ne fayda…