Ölüm en yüksekten gelen bir emir, kim itiraz edebilir ki… “Her canlı ölümü tadacaktır.” Her canlın kaderi bu. Ölüm hak, miras helal. Ancak ölen insanın fakirliği, zenginliği, şanı, şerefi ve rütbesi cenaze merasimine olan ilgiyi doğrudan etkiliyor. Eğer ölen insan fakirse Yunus’un dediği gibi:
“Bir fakir ölmüş diyeler, üç günden sonra duyalar, soğuk su ile yuyalar…” Şayet zenginse salalar,dualar,hatimler,salevatlar ve tabi zengin ikramlar kırla gider. Kim nasıl yaşarsa öyle ölüyor. Zenginse zengin, fakirse fakir olarak ölüyorlar. Öbür tarafta kimler nasıl muamele görüler onu da Allah bilir. Bildiğimiz bir hakikat var ki o da: Allah’ın amellere baktığıdır. Güzellerin iyi yere, kötüler kötü yere gittiğidir. Dünya da insanlar, salih amel, dürüst muamele yerine paraya pula, şana şöhrete bakıyor maalesef. Kıssadan hissedir ki; Bir zaman bir general ölmüş. Dua namazı kılınırken imam efendi;
“Allah için namaza, şu er kişi için duaya, uydum imama “diye niyet edin deyince. Bir kenarda bekleyen delikanlı oğlu itiraz etmiş:
“Hocam babam er değildi, generaldi, general…”diye seslenmiş. İmam efendi: “Evlat! Musalla taşında bütün rütbeler sökülür. İnsan ya er, ya da kadın olur” demiş. Biz insanların ahiretteki makamlarını sorgulayamayız. Ancak dünyadaki konumlarını da;
“ Ölünün arkasından konuşulmaz” diyerek konuşamıyoruz. Ölünün önünden konuşulmaz, arkasından konuşulmazsa ne zaman konuşulacak peki? Ölüm, bir tohum gibi toprağa düşme, mevsimi gelince de oradan çıkmaktır. Bir de ölmeden ölenler, yani yarın ölecekmiş gibi dikkatli olanlar var. Bir de vur patlasın çal oynasın diyenler. Yani Vatan toprağına gübre bırakmaktan başka bir faydası olmayanlar. Menfaatlerinin esiri olanlar. Şereflerini hiçe sayanlar. Düşükler yani. Gözden, gönülden düşmek… Elden ayaktan düşmek… Yükseklerden alçaklara düşmek… Yüksek makamlardan düşmek… Yıldızlı apoletleri, kırmızı şeritli yaftaları sökülmek… Kırmızı plakalı araçlardan inmek… Allah kimseyi bulundurduğu yerden aşağı düşürmesin. Olduğundan geri bırakmasın. Dünyada alçaklıkla, ahirette narıyla yakmasın. Dayılarına dayanarak, bir ehliyet ve liyakati sahibi olmadan, yükseklere konabilir insan. Düğünde, dernekte, divanda ön safa kurulabilir insan. Bir işareti ile geçmişte, buğun ve gelecekte kendisine rakip gördüklerine çarpı koyabilir insan. İnsan için yükselmenin, lüksün, şöhretin sınırı yoktur. Kudret ve ihtişam tutkusu, lüks ve bedava yaşama aşkı büyüler insanı. Oturduğu maroken koltukları bırakmak, bir anda sade, basit bir vatandaş olmak, böyle insanlar için ölümden beter olur eminim. Etrafında bir işaret bekleyen insanların dağılıvermesi, kapısında randevu sırasına girenlerin kayboluvermesi. Varlıkta var, yoklukta yok oluvermeleri insana nasıl dokunur ,hayali bile insanın canını sıkıyor gerçekten. Dünya gerçeği bu işte. Bir zaman yemyeşil vadide, zümrüt tahtta semavi saltanat kuran insan, gün gelir bir yaprak gibi sararıp solar, toprağa düşer yapa yalnız. Kader rüzgârı sürükler insanı “meçhule giden gemi “gibi. Bir rüya görmüş gibi olur insan. Heybesine bakar ne var diye. Arkasına bakar kim var diye. Toprağa düşmek, “
tam ercesine, bir gül bahçesine girercesine…” Bir de
“alçaldıkça zemine yükseldik zannedenler” in kamikaze düşüşü var ki, ikisi arasındaki farkı, fark etmektir bütün mesele. Düşüklük meselesi olanları hiç sevmedim ömrüm evvelinde ahirinde…