Osman kardeşimin üç oğlu var. Aslan parçaları... Yeğenlerim, canlarım: Ozan, Oğuzhan ve Enes. Allah selamet versin, her biri bir diğerinden değerli. Kadir kıymet bilirler. Saygıda kusur etmezler. Biz de onları severiz. Zaten sevgiyi, saygıyı bir kenara bıraktın mı elde ne kalır insanlıktan yana? Hiç bir şey kalmaz. Ozan’la Oğuzhan’ın isim babası Osman’la Fatma. Üçüncü oğulları dünyaya gelince dediler ki Ahmet abime: -Abi bu oğlumuzun adını sen koy. Ahmet abim de: -Enes olsun, dedi. Enes oldu. “Enes” de anam  “Enet” der. Neden öyle der? Dili dönmediğinden değil ha!.. -Ana “Enes” desene, diye uyarırız. Anam muzipçe güler: -Diyemiyom yavrım! Anam Osmangil’de kalıyor Boğazlıyan’da. Biz Mersin’deyiz.  Ziyarete geldik anamı. Yoklamaya. Salonda oturuyoruz. Yaşı ömrü uzun olası Enes dört yaşlarında. Koşup oynuyor. Oğuzhan kırmızı bir havluyu tutuyor matador gibi. Enes oluyor bir azgın boğa. Gelip bir tos vuruyor. “Oleyy!” çekiyoruz. Gülüşüyoruz. İlgi Enes’in üstünde. Anam durup mururken: -Enet! Yavrım bana bi su vir. Enes geldi. Anamın üstüne yüklendi. Anam: -Dur yavrım, dur. Benim ne halim var? Oğuzhan Enes’i aldı anamın başından. Bir yandan da söyleniyor: -Yav babanne.  Niye Enet diyon? Enes isdemiyo işde... Anam Nuh dese de peygamber dememekte kararlı: -Diyemiyom yavrım... Aradan geçti bir zaman. Köydeyiz. Ahmet abim de var.  Anamın gözlerinin içi gülüyor. Ahmet abimi çok severdi rahmetli. “Ahmed’im!” deyince birkaç Ahmet daha çıkardı ağzından. Söz döndü dolaştı Enes’e geldi. Ben dokundum Ahmet abime: -Abi öyle bir ad bulmuşsun ki anam söyleyemiyor...”Enet” diyo. Ahmet abim güldü: -Ana niye Enes dimiyon? -Diyemiyom yavrım... O anda kafamda bir şimşek çaktı. Anamı teste tabi tutacağım. Aklımca faka bastıracağım. Biliyorum ki anam söyleyemediğinden değil inadından “Enet” diyor. Ben başladım: -Ana,  nefes de... -Nefes! Ana, efes de... -Efes! -Ana, Enes de... -Enet! Anam faka basmadı. Nefes dedi, efes dedi.  Enes demedi. Bizde de gülmekten can kalmadı.