Geçenlerde çocukluk anılarıma gittim. Saklambaç oynarken birilerinin beni bulması ne kadar heyacan vericiydi. Kahkahalar atarak oyuna devam etmek ve bıkmadan usanmadan oynamak ne kadar güzeldi.
Bugün kendimizi saklayamayı ne zaman öğrendik sorusu aklıma geldi. Çocukluk dönemlerimizde karşılanmamış özlemlerimiz ( değer görmek , yeterli olduğuna inanmak, sevmek, sevilmek, aitlik vb) bir saklambaç misali içimize gömülmüş durumdadır . Bu sefer gelin beni yakalayın diyen bir çocuk edasıyla değil de, aman güçsüzlüğümü görmesinler diye kaçan ve kovalamasına izin vermediğimiz bir ruh halindeyiz.
Bu satırları okurken bir an kendinize dönün ve içinize şunu sorun : başkaları tarafından kendinizle ilgili görülmesinden en çok korktuğunuz şey ne?
Bazısı kaygılarım, yetersizliğim, beceriksizliğim,kırılganlığım der. Ve bu uzar gider. Hangi konuda hayalkırıklığı yaşamışsak o konularda hayattan korkarız.
Bazılarımız küçükken bu güçsüz yanlarını başka türlü saklamayı öğrenmiştir. Kimisi ağlayarak içine atmıştır. Kimisi öfke ile bastırmıştır. Sonra bu oyun öyle bir hal almıştır ki kişi artık saklambaç oynamaya bile yanaşmamıştır. Nedeni son derece basit ; yaralarımızı saramamış olmak.
İşte burada yetişkin tarafımızı deneyime açık hale getirmeye ihtiyacımız var. Görünmesinden en çok korktuğum duygum, düşüncem ve davranışım ne ise onlarla yüzleşmek ve onlarla ilgili iç dünyamda bir fikir edinmek akıllıca olabilir.
Sonra bu kırılgan yanımı nasıl değiştirebilirim ve dönüştürebilirim kısmına odaklanabilirim. Bu neden önemli sizce? Degiştirmedigimiz her alan içimizde birikip birgün patlamaya hazır hale geliyor . Çevremize etkisi olumsuz yönde oluyor. Duygular sıkışınca bu sefer acımasız insanlar haline dönüşüyoruz.
Buna gerek var mı? Yetişkin halimizle birisi bizi sobelesin. Kendimizle yüzleşelim. Hem kendimizin yaralarını sardıkça kahkaha dolu bir saklambaç oyununa eşlik ediyor olacağız belki de…