İnsanoğlunun ilk barınakları mağaralar olmuştur. İnsanlar dağlara oturup ovaları ekip biçmeye başlamışlar. Tarımla birlikte insanın yerleşik düzene geçme çabaları sonucu mezralar, obalar ve köyler de şekillenmeye başlamış. Böylece medeniyetin temelleri de atılmış oldu. İlk insanlara ilkel deriz, mağara adamı deriz. Onları küçümseriz. Ancak onlar mağarada yaşamışlar ama tarım arazilerini ekip biçmişler. Çok zor şartlarda çalışmışlar, üretmişler hayatta kalabilmek için. Kendi alın teri olan ekmeklerini yemişler. Üretmişler, kazanmışlar, işlerini yönetmişler, kendi kendilerinin efendileri olmuşlar. Toprağa bağlı oldukları için de vatansever olmuşlar. Üretemeyenler de köle olmuşlar. Ya şimdi? En değerli tarım arazileri inşaat sahalarına, şantiyelerine döndü. Modern insan yarınını düşünemez oldu. Ovalar, su kaynakları, ormanlar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bir ağacın ortalama elli yılda büyüdüğünü düşünsek ve her ağacın kendi bulunduğu yerinde vatanına kök salmış halde bağlı olduğunu bilsek, onun bir dalını bile kesmeye kıyamayız. Şayet teknoloji olmadan yaşayabileceğimizi, ancak tarım olmadan yani ekmek olmadan yaşayamayacağımızı düşünsek, büyük tehlikeyi fark ederiz, bir karış toprağımızı sele, yele, ele vermeyiz ya da inşaat sahalarına dönüştürmeyiz. Köy köktür. Köyü kök yapan, buradaki üretim sahalarıdır. Orjinal kültürdür, saf ırklardır, doğal yaşamdır, tatlı su kaynaklarıdır, temiz çevre nezih havadır. Köylüler tembelleşiyor, eskisi gibi üretmiyor ya da üretemiyor artık. Köylerin ekilebilir alanlarında inşaatlar yükseliyor artık. Ekmek tekneleri yok olmaya doğru gidiyor. İsrail dünyayı ele geçirmek için tarımı ele geçirmeye, tarımı ele geçirmek içinde dünya tohum sanayini ele geçirmek istiyor. Bu gerçeği düşünürsek Anadolu’nun bereketli toprakları ve bitki tohumlarımızın ne kadar önem arz ettiğini daha iyi fark ederiz. Köyler diğer taraftan bir milletin saf kültürünün; geleneklerinin, dilinin, dininin, giyim kuşam, folklör ve musikisinin de orijinal örneklerinin yaşatıldığı yerlerdir. Ancak şehirleşme, kitle iletişim ve ulaşım araçlarıyla bu konuda da yozlaşma, molozlaşma görülmeye başladı. Yerli yabancı birbirine karıştı. Artık yerel, etnik, otantik kültürü görmek eskilerde kaldı. Köyler tatil beldeleriydi. Artık şehirlerin kenar mahalleleri, varoşları oldular. Şehirlerin hava, su, trafik gibi çevre kirlilikleri köylere de sirayet etti. Köyler, şehirde geçim çıkaramayanların kaçtıkları, hayata tutunmaya çalıştıkları yerlerdi. Artık şehirler köyleri yuttu. Fark kalmadı. Büyük vergiler ve geçim kaynaklarının azalması köylülerin bedava hayatını ortadan kaldırmaya başladı. Köy ve kasabaların yer altı ve yerüstü kaynakları büyük sermaye sahiplerinin iştahını kabarttığı gizlenemez bir gerçek. Şehir merkezlerinde sıkışan inşaat, çiftlik, yazlık ve turizm sahipleri (burjuva) gözlerini köylerin arazilerine çevirdi. Çok geçmeden köylerin küçük işletmeleri ortadan kalkacak, büyük çiftlik sahipleri buralara doğru kayacaklar. İnşaat sektörü, tarım ve orman alanları dışına çıkarılan ve yerleşime açılan sahalarda gökdelenlerini yükseltecekler, rezidanslarına kurulacaklar. Bütün bunların sonucunda köylü, kendi köyünde işçi ve kapıcı durumuna düşebilir. Büyük şehir vergileriyle de bedava köy hayatı pahalı olmaya başlayabilir. Aslında köylerdeki bu değişim globalleşen dünyadaki gelişmelerin bir yansımasıdır. Köy köktür. Kültürümüzün, ırkımızın, üretimimizin köküdür. Değişim ve gelişim yaparken köklerle de oynamamalı, kökü korumalı. Tıpkı bir ağaç gibi. Kökü olmayanın dalları olmaz. Ağaç kökü ile yaşar dallarıyla gürler.