Beş yıldan beri idari adli hukukla ve resmi yazışmalarla ilgilenmek durumunda kaldım, şahsımla ilgili bir kısım haksızlıklarla mücadele edebilmek için. Zorluklar insanı gerçekten eğitiyor, olgunlaştırıyor. Gördüm ki yazdığı anlaşılmayan, anlattığı yorumlanamayan birçok resmi yazışma var. Dilekçeler, savunmalar, yargı kararları, beyanlar… Anlatım bozuklukları ve yazışma kuralı hatalarıyla dolu. Her meslek erbabının yaptığı işe saygısı olmalıdır. İşine değer vermelidir. İşinin kompetanı olmalı ki başarılı olabilsin. Müşterisini memnun edebilsin. Dünyanın en lezzetli yiyeceği olan başarının onurunu, şerefini yaşayabilsin. “Dünyayı isteyen ilim, ahreti isteyen ilim, her ikisini isteyen yine ilim” öğrenmeli. “Beşikten mezara” öğrenme devam etmelidir. Öğrenme sürekli olmalı ki kalıcı olsun. Öğrenmeyi bırakan öğretmenler öğretmez. Avukat müvekkilini savunamaz. Savcı sorgulayamaz, hâkim kararını yazamaz. Müfettiş tespitlerinde yanılır. Öğrenmeyi bırakan usta mesleğinde gelişemez. Öğrenmeyi bırakan her insan her geçen gün kelimeleri unutur, okuyamaz, yazamaz olur. Devlet bürokrasisinde, yüksek makamlarda oturan birçok zatı şahane maalesef okumuyor, yazmıyor. Okuyup yazanları da kıskanıyor. Makamın verdiği gücü kullanarak işi götürmeye çalışıyor. Ne yazık ki ömründe bir sayfa bir kompozisyon yazmamış avukat, hakim, savcı, öğretmen, doktor, katip memurun olduğu bir gerçektir. İnsanlarımız kitap okumuyorlar, okumayı sevmiyorlar bu toplumumuzun, hepimizin bir gerçeğidir. Temel sorunudur. Geri kalmış ülkeler, ilimde geri kalmış ülkelerdir. İlimde geri kalanlar teknolojide de geri kalıyor. Gericiliğin temel sebebi cehalettir. Cehaleti yenmenin tek yolu okumak, araştırmak, tartışmak, fikir üretmek, istişare etmek, olgun kararlar alarak hayatta güzel işlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktır. Bilgi toplumu olmak ancak okumakla mümkündür. Ülkemizde her ne kadar kitap okuma kampanyaları düzenlense, teşvik edilse, ödüller verilse hepsi sembolik kalmaktadır. Çünkü evde anne baba okumuyor. Dairede amir, adliyete hâkim, okulda öğretmen okumuyor, örnek olmuyor. Sadece devlet memuru olmak için okuyorlar, sonrası yok… İslam ülkelerinde cemaatler, tarikatlar da şakirtlerini okutuyor. Ama sadece kendi şeyhlerinin, efendilerinin kitaplarını okutuyor. Bu da ayrı bir dert. Ciddi zihinsel ve sistemsel hatalar ortaya çıkarıyor. Özgür düşünmeyi, tartışmayı, evrensel bilim anlayışının önünü kesiyor. Günde on bin defa zikir çeken dervişin kitap okumaya hiç vakti kalmıyor. İlk emri “oku” olan bir dinin mensupları olarak, cehaletimizi kapatmak için dedikodu sanayisinin kuvvetli birer işçileri oluyoruz ne yazık ki farkında olmadan. İlimle uğraşmayan insanlar dedikodu ile uğraşır. Hurafelerle meşgul olur. İn cin işleri, nüshacılık, falcılık işleriyle avunur, kandırır kendini. Zamanını tüketir ömrünü bitirir. Bugün acı bir gerçek var ki kimsenin konuşmak istemediği. Toplumu şarlatanlar soyup soğana çeviriyor. Şartlatanlar insanların hocaları, öğretmenleri, âlimleri, bilginleri, akıl hocaları olmuş. Danışmanları olmuş. Liderlere yol gösteren, yön veren mukaddes müşavirleri olmuşlar. Okumdan olmaz. Bütün saçma sapan işler okumamanın eseridir. Müfettiş karar verirken savunmayı, Hakim ifadeleri, amir dilekçeleri, öğretmen sınav kağıtlarını, idareciler yönetmelikleri, siyasiler anayasayı, işçiler, zenaatkarlar kendi haklarını okumazlar, bilmezlerse bilgi toplumundan söz edemeyiz İdarenin zulmü, adaletin kurbanları, meslek kazaları, hasta ölümleri, öğrenci kıyımları, esnaf kazıkları, banka faizleri, şarlatan soygunları, dedikoducu ve fitneciler azalmaz. Darbeciler, haşhaşiciler boş durmaz. İlim gücü önemli, Kalem gücü şart. Allah evereni kalem kudretiyle yarattı. Kalemsiz, kitapsız, deftersiz olmaz. Olmazsa olmaz. Yoksa olmaz işler olur. Gözyaşımızı silen olmaz. Maroken koltuklara kurulmak, altınyıldız, ipek elbiseler giymek, Ferrari araçlarla gezmek, havuz dolusu paraların, ölmeyecek sahipleri olduğumuzu sanmak cehaleti kapatmaz. Okumak, araştırmak, sorgulamak, yorumlamak gerek. Hayatı anlamlandırmak gerek…