Ölüm geleneksel dönemlerde ilahiyatçıları ve din adamlarını ilgilendiren bir mevzuydu. Ölüm ve sonrası hakkındaki gerekli bilgiler ve işlemleri insanlar onlardan öğreniyordu. Ölüme daha çok dini açıdan yaklaşılıyordu. Yani bu dönemlerde ölüm, ilahiyatçıların ve din adamlarının uzmanlık alanıydı. Ancak modern çağa geldiğimizde onların yerini artık mühendisler ve biliminsanlarının aldığını görüyoruz. Hıristiyanlığın dinamikleriyle beslenen batı zihniyeti geleneksel dönemlerde ölümün Tanrı eliyle gerçekleştiğini ve bir beşer tarafından engellenemeyeceğine ve ölümün üstesinden gelecek tek kişinin İsa olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla ölümden kurtulmak için İsa’nın dirilmesini bekliyorlardı. Ancak modern çağa geldiğimizde ölümün üstesinden gelebilmek için artık İsa’yı beklemenin bir anlamı olmadığını gördüler. Çünkü artık birkaç biliminsanının bunu başarabileceğine inanmaya başlamışlardı. Bu bilimle iç içe olmanın bilimde derinleşmenin batı dünyasına kazandırdığı bir durumdu aslında.

İnsanlar gerçekleşen olayların ( bu bir hastalık olabilir,, kaza olabilir) gerçek nedenlerini bilmezlerse o olayla ilgili inançlar üretmeye başlarlar. Bu durum insanın cahilliğindendir, belki de çaresizliğinden. Bir önceki yazımızda Afrika’da doğan anomilerin maruz kaldığı durum tam da budur; bilgisizlikten doğan inanç. Bu bağlamda batının biliminsanlarının ölümsüzlükle uğraşmaya başlamalarının iki nedeninden birisi de budur; doğada gerçekleşen şeylerin bir nedeni vardır ve bu da ancak bilimle açıklanabilir ve önlenebilir. İkinci neden ise batı dünyasının salgın kıtlık ve savaşla alakalı sorunu kalmamış olmasıdır. Bugün Fransa’da eskisi gibi kitleler halinde açlıktan veya salgından ölen insanlar görmüyoruz. Yada bugün Fransa ile İngiltere, Almanya arasında bir savaşın olma ihtimali olağanüstü bir durum olmadıkça söz konusu bile değildir. Dolayısıyla uğraşacakları bir gündem kalmadı. Bilim sayesinde salgına önlemler alabiliyorlar, kendileri aç kalmıyor ama sırf kendileri istediği için binlerce insan açlıktan ölebiliyor. Hakeza savaş meselesinde de durum böyle. O yüzden artık ölümsüzlükle uğraşmak ve ölüme çare bulmak istediler. Çünkü Harari’nin de dediği gibi, tarih boşluk kabul etmez.

Dolayısıyla eşitlik, demokrasi ve özgürlük artık bunlar mazide kaldı. Bizi bu kavramlarla oyalıyorlar aslında. Bilimler tarihindeki geçmişimizi unutturup geriden gelerek kendilerine muhtaç durumda olmamızı istiyorlar. Çünkü yangının olmadığı bir yerde itfaiyeci iş yapamaz. Dolayısıyla dünyanın gündemi ölümsüzlüktür. Günümüzün trendi budur. Bu konu ile ilgili yaşanan gelişmeler bize hep keloğlan hikayeleri gibi gelmiştir; çok umursamadan gülüp geçmişizdir hep. Ancak bu tabi ki de gerçeği değiştirmeyecektir. Mesela bazı biliminsanları yaklaşık yüzyıl sonra zengin olan insanların (kapitalizmin ölümü de ele geçirmek isteyeceğini düşünmemek olmaz!) ölen dokularını yenileyip beynini ve organlarını iyileştirerek kendisini altmışlı yaşlarında da baştan yaratabileceğini söylüyor. Yine bu konuyla alakalı bir gelişme olarak,  18 Eylül 2013’te  Google şirketinin mühendisleri ölümü çözmeyi hedefleyen ve amacı sadece bu olan Calico adında bir şirket kurdu. Bu şirkette yaşlanmayı önleme ve ölüm üzerine neler yapılabileceği hakkında araştırmalar yapılıyor. Size ilk başta tam anlamıyla sonsuz bir dünya hayatı sunmuyorlar, ilk hedefleri doğal olaylara ve hastalıklara önlemler bularak insan ömrünü şu anki insan ömrünün iki katına çıkarmak. Bu hedefe yüz yıl sonra ulaşılacağını söyleyen bilim insanları da var elli yıl sonra ulaşılabileceğini söylen de.

Sonuç olarak, bazı dogmalarımızdan dolayı bilim gerçeğini göz ardı etmek bizim dünyayı anlama çabamızda çok büyük sektelere uğramamıza sebep olacaktır.

Ölümsüzlükle ilgili bu araştırmaları yaparken aklıma şu soru takıldı; dünya hayatında ölümsüzlük olsaydı eğer, insanın yaşantısında ne gibi değişiklikler olurdu?