20.yüzyılda insanlık şu üç temel sorunla uğraşmıştır; kıtlık, salgın ve savaşlar. Bu yüzyıl boyunca insanlar çeşitli tanrılara ve meleklere yakarmış, çeşitli aletler ve sosyal kurumlar icat etmiş olsa da, yine de açlık, hastalık ve şiddet yüzünden büyük kitleler halinde ölümler gerçekleşmeye devam etmiştir. Dolayısıyla insanlar bu durumlara sebep olarak insan dışı, ilahi unsurlar aramışlar ve olayları Tanrısal bir iradeye dayandırmışlardır. Mesela 1330’larda gerçekleşen Kara Veba olarak bilinen salgının sebebini Ortaçağ insanı, insan iradesinin ötesinde korkunç şeytani bir güç olarak belirtmiştir. Oysaki bu felakete bakteri taşıyan ve ısırma yoluyla da bu bakteriyi insanlara bulaştıran pireler sebep olmuştur. Aslında bu durum insan evladının doğal olaylar karşısındaki çaresizliğinin bir göstergesidir.
Bu yüzyılda meydana gelen bir başka büyük felakette İspanyol Gribi salgınıdır. Bu salgının, Hindistan’da 15 milyon insanın canına mâl olduğu söylenmektedir. Bu da o zamanki Hindistan nüfusunun %5’ine tekabül etmektedir. İnsanlar bu salgın karşısında da çaresiz bir şekilde Tanrı ve Tanrılara dua etmekten başka pek bir şey yapamamıştır.
Söz konusu bu iki olay da insanoğlunun vermiş olduğu tepki tam olarak da A.Comte’un üç hal kanununun birinci evresi olan teolojik döneme işaret etmektedir. Dünyadan gerçekleşen olayların doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışıldığı dönem. Bu evreye bir başka örneği de Afrika’da yaşayan albinolar üzerinden verebiliriz. Afrika coğrafyasında albino olarak dünyaya gelen insanlar ten rengi bakımından diğerlerinden farklı oldukları için yaşadıkları toplum tarafından kutsal bir varlık olarak vasıflandırılmışlardır. Bu kutsallık da şeytani ve rahmani olarak iki boyutta görülmüştür. Bazı aileler bu durumu şeytanın lanetlemesi olarak görmüş ve bu farklılığı bir utanç kaynağı olarak değerlendirmişlerdir. Bu farklılığı rahmani olarak değerlendirenler ise albino olarak doğan insanların derilerini yüzerek vücutlarından parçalar koparmış sihir ve büyülerde kullanmışlardır.
21.yüzyılda insanlığın bilimle iç içe olmasıyla insanlık bambaşka bir dünya keşfetmiştir aslında. Bu bilimsel gelişmeler sonucu insanlar artık Kara Veba ve İspanyol Gribi gibi durumları engellenemez bir doğal felaket olarak görmeyecektir. Nitekim 2014 yılında gerçekleşen Ebola salgınında da tam bu durum gerçekleşmiştir. Alınan önemler sayesinde daha az insan ölmüş ve salgın kısa sürede kontrol altına alınmıştır. Örneği domuz gribi, AIDS salgınlarıyla çoğaltabiliriz. Dolayısıyla bir salgın kontrolden çıkarsa insanlar bunun sebebini artık ilahi güçlerde aramayacak bizzat insanların kendisinde arayacaklardır.
Afrika coğrafyasının da bir şekilde bilimle tanışmasıyla albinonun kutsallık durumu olmadığı bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Sonuç olarak bu iki durum da Comte’un üç hal kanununun son evresi olan pozitif dönemi işaret etmektedir. Bu dönemde gerçekleşen olaylar bilimsel değerlendirmelerle açıklanmaya çalışılmaktadır. Comte’un bu teorisi doğada gerçekleşen olayların mutlaka bir sebebi olduğunu ve bu sebeplere de insanlığın bilimsel girişimleri sonucu ulaşılabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla bu teori Tanrının yarattıkları ile olan bağını keserek bir nevi Tanrının otoritesini sarsmaktadır.