Kültürümüzde keskin, vurucu, etkin anlatım yapmak için deyim, atasözü ve vecize kullanılır. Bu deyimlerden birisi de “püf noktası” tabiridir. Her sözün bir muhatabı olduğu gibi bir hayat hikâyesi de vardır. Her kavramın doğuşunu bilmeden, yaşamını da doğru bilemeyiz. Püf noktası tabirinin hikâyesini paylaşmak istiyorum bu yazımda.
Vaktiyle testi çanak çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:
-Sen, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor demiş. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkân açar. Açar açmasına da yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta:
- Sana demedim mi evladım; sen bu işin henüz püf noktasını öğrenemedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Bunun üzerine tezgâha bir miktar çamur koyar ve:
- Haydi, der, geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Bende sana püf noktasını göstereyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen çanağa arada sırada “püf!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.”
Yine başka bir hikâye de; Top tüfeğin olmadı zamanda, silah çıkıp mertlik bozulmadığı bir devirde, kılıcın kında paslanmadığı, yalın kılıç düşmana hücum edildiği, kılıçların düşman boynunda keskin olduğu, cündullahın mansur ve muzaffer olduğu şerefli günlerde bir süvari kılıcını biletmek, eğriliğini doğrulmak için bir demirci ustasına gider. Davut Peygamber mesleğini icra eden demir ustasına kılıcını uzatır. Usta kılıcı alır, havaya kaldırır, gez göz arpacık pozisyonu yapar, nişan alır, kılıcı inceler.”Sen git ben kılıc biler, eğriliğini doğrulturum” der. Asker bir müddet sonra geri gelir kılıç bilenmiş, ancak eğriliği düzeltilmemiş olduğunu görür. Ustaya: “Kılıç hala eğri, düzelmemiş” der. Usta kılıcı alır hemen makadının altına koyar. Biraz oturur, sonra çıkarır süvariye uzatır. “”Buyurun, işte oldu” der. Süvari, “ne çabuk oldu” diye sorar. Usta: “Her kıç, kılıç doğrulmaz evlat” der.
Her işin bir can alıcı, püf noktası vardır. Şeytan ayrıntıda gizli olduğu gibi güzellik de ayrıntıda gizlidir. Her meslek sahibi işinin püf noktalarını iyi bilmelidir. Yoksa aşçının yaptığı yemeği it yemez. Tamircinin yaptığı araç hurdaya çıkar. Öğretmenin eğittiği öğrenci hiç olur. Doktorun hastası elinde kalır. Herkes işini tam yaparsa her iş yolunda gider. Eşeği sürerken tekme yememek için, ata binerken yere çakılmamak için, çukur kazarken içine gömülmemek için, nişan alırken kendimizi vurmamak için, ava giderken avlanmamak için… Vesselam.
Sözü özü: “ Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;
Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz.
Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak;
Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz!”