Genel Başkan Yardımcılığı görevini büyük bir onurla yürüttüğüm Tüketiciler Birliği, tüketici hukuku alanında faaliyet gösteren Türkiye çapında örgütlenmiş 33 ilde şubesi bulunan, onbinlerce üyeye sahip halen faaliyet gösteren tanıdık ve etkin birkaç derneği bünyesinden çıkaran/doğuran, tüketici hukukuna her yönüyle etki eden  en önemli dernek… Tüketiciler Birliği  ailesi olarak 28-29 Mayıs 2016 tarihleri arasında termal su kaynaklarıyla ünlü Nevşehir’in Kozaklı ilçesinde bir araya geldik. Ünlü Anayasa hukukçusu Prof.Dr. Osman CAN’ın da konuk olarak katıldığı bir toplantı yaptık ve bu toplantıda tüketici sorunlarını ve buna dair yapılabilecekleri tartıştık. Tüketici hukukunun Anayasa ile olan ilişkisini esaslı bir şekilde ortaya koyan Sn.Can’ın, yasaların, hatta anayasanın sokakta başladığını açık bir dille ortaya koyması dikkat çekiciydi. ‘Sokakta başlar!’ derken elbette sokaklara dökülen vandalların taşlı-sopalı eylemleri kastetmedi, verdiği örnek meramını açıklamaya yetiyordu: tüketiciler haksızlıklar karşısında direnir ve de haksızlığa uğradıklarında haklarını yasal yollardan aramaya başlarsa, satıcı ve sağlayıcılar hadlerini öğrenirlerler ve bunun sonucunda yapılan haksızlıklar da kendiliğinden en alt düzeye iner. Evet, Tamamen katılıyorum, asıl görev biz tüketicilere düşüyor, satıcı ve sağlayıcılara had bildirecek olan bizleriz, bunu başkasından beklersek bu beyhude bir beklenti olur. Elbette, kamu otoritesine, düzenleyici ve denetleyici kuruluşlara da önemli görev düşüyor, onlar da kendilerine yüklenen anayasal görevleri bihakkın yerine getirmek durumundadırlar. Aksi takdirde, bugün yaşadığımız gibi, toplum olarak acı çekmeye devam ederiz. Ben de eski bir Tüketici Hakem Heyeti Başkanı olarak tüketicilerin içinde bulunduğu durumu ve bu duruma sebep olanlar hakkındaki fikir/kanaatlerimi beyan etme fırsatı buldum. İşte temel eleştirilerim: 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’a yönelik eleştiriler “Bankacılık Sisteminin Oksijen Çadırı” olarak nitelediğim 6502 sayılı yasa, -yine benim tanımımla- hem yatay hem de dikey olarak tüketici haklarında önemli genişleme alanı yaratmış ise de doğurduğu sonuçlar itibariyle tam bir fiyaskodur. Neredeyse 4077’de yer alan her konu başlığında iyileştirme yapan 6502 sayılı yasaya, dönemin bakanı Sn.Yazıcı’nın “Deli Dumrul Ücretleri” diye isyan ettiği bankalar tarafından alınan uyduruk ücretlere ‘Dur!’ diyebilmek üzere bir ibare eklendi. Ancak ne gariptir ki bugün bu ibare bankaların haksız olarak aldıkları ücretlerin yasal dayanağı olarak sunuluyor ve gerek tüketiciyi korumakla görevli genel müdürlük, gerek hakem heyetleri, gerekse -Tüketiciler Birliği hariç- tüm tüketici örgütleri  bunu kabul etmiş görünüyor. 2014 yılında tüketici lehine sonuçlanan 5.500.000 dosyadan yaklaşık 4.900.000 dosya(Bu sayı başvuruların %90’ı anlamına geliyor) bankacılık işlemlerine ilişkin idi ve %95 oranında tüketici lehine sonuçlanmıştı. Bankalara ilişkin yapılan bu yeni düzenleme sayesinde bu gün aynı uyuşmazlık konularıyla ilgili yapılan başvurular ya geri çevriliyor ya da heyet kararıyla reddediliyor. Sonuç itibariyle, tüketici şikayetlerinin %10’una tekabül eden ıvır-zıvır uyuşmazlıklar için inanılmaz yenilikler getiren,  ancak%90’lık  oranla tüketicilerin tartışmasız bir numaralı problemi olan dosya masraflarında tüketiciyi hükmen yenik sayan bir yasa ile karşı karşıyayız. Yasalarımızın temel paradigmasına yönelik eleştiriler Hem 4077 hem de 6502 sayılı yasanın çatısına baktığımızda temel bir yanlışlık göze çarpıyor.  Her iki yasamız da ‘Eski Türkiye’ mantığı ile örgülenmiş ve benim kanaatime göre bu yüzden de işlemiyor. Bir ‘tüketici işlemi’nden bahsediyorsak bu işlemin kurulması esnasında/sonrasında yasaya aykırı hareket edilmiş ve bundan da tüketici zarar görmüşse doğal olarak tüketicinin hem maddi hem de manevi yönden tazmin edilmesi beklenir. Tüketiciyi Korumakla görevli her iki yasamızın da bu durumdaki kurgusu şu: Tüketicinin maddi zararının tazmini için  satıcıya başvursun, zararı karşılanmıyorsa yasal yolları kullansın, sözleşmeyi iptal ettirsin ve ödediği ücreti geri alsın. Ve eğer yasada bu tüketici işlemi ile ilgili yasaya aykırı hareket eden satıcılara ceza öngörülmüş ise (örnek garanti şartlarına aykırı hareket edilmesi gibi) idari para cezası uygulansın. Bu kurguyu kabaca tasvir edecek olursak: Satıcı tüketiciyi dövecek; tüketicinin ağzı, gözü dağılacak, ancak bu kavga olduğu için devlet para kazanacak!   İşin hazin tarafı da şu ki, öngörülen cezaların uygulandığı da yok. Sadece garanti şartlarına aykırılık nedeniyle verilen ‘hakem heyeti kararı’ sayısı ile bu aykırılıklara uygulanan ceza sayısını karşılaştırırsak vehametin boyutu ortaya çıkacaktır.  Cezaların uygulanmamasının çeşitli sebepleri var elbette, ancak en önemli sebep idari para cezasının uygulama şekli çok hantal, uygulandığında idareye büyük bir yük getiriyor ve bu yüzden  görmezden geliniyor. Diğer bir sebep ise idarecilerin (genel müdürlüğü ve kurum amirlerini kastediyorum) bu cezalardan, cezaların uygulanıp uygulanmadığından haberi yok.   Olması gereken nedir diye sorarsanız! Cevabım çok net ve çok basit: “Tüketicinin Tam Tazmini”.  6502 sayılı yasa henüz taslak aşamasındayken komisyona hem şahsen hem de Tüketiciler Birliği üzerinden teklif ettim, ancak kabul görmedi. Teklifim şunu içeriyordu: satıcı-tüketici uyuşmazlığında satıcı yasaya aykırı davrandığı için tüketici mağdur olmuşsa, satıcıya para cezası uygulamak yerine, satıcı ceza miktarı kadar parayı tazminat olarak tüketiciye ödesin.   Bu teklif sizce hakkaniyete uygunluk açısından‘Yeni Türkiye’ yaklaşımına daha uygun değil mi? -Dile getirdiğimiz eleştirilere bir sonraki yazımızda devam edelim.-