İÇİNİZDE YAZMA İSTİDADI VARSA GÖRDÜKLERİNİZ SİZİ YAZIYA GÖTÜRÜR
KİTAPLARIMDA ÖZGEÇMİŞ YAZMAYI DÜŞÜNMÜYORUM
SORU- Merhaba efendim, Nedim Tepebaşı’nı okurlarımızın biraz daha yakından tanımaları için, neler söylersiniz?
CEVAP- Bu çok zor bir soru. Kendimi tanıtmak; ben öyle düşünüyorum, henüz karar vermedim, şartlara göre zor ama yeni kitap yayınlatabilirsem, belki kitapta bile özgeçmiş deniliyor ya o tanıtımı yazmayı düşünmüyorum. Yunus’un: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” tarifi çok özlü ve de güzel bir tanıtım. İnsan olgunlaştıkça daha bir sadeleşiyor herhalde. Bu söylediklerim kendim içindir ve sözüm her zaman kendimedir. Memuriyet ve diğer idarî görev dönemlerimde de kendimi tanıtmam gerektiğinde mecbur kalmadıkça sadece ismimi söylemeye özen gösterdim.
YAZMAYA ORTAOKUL YILLARINDA BAŞLADIM
SORU- Sizin yazı yazma serüveninizi merak ediyoruz. Yazmaya ne zaman başladınız?
CEVAP- Birinci dönem yazmaya ortaokul yıllarında başladım. O dönemlerde herhalde her okulda duvar gazetesi vardı. Birkaç kere ben de buraya yazı verdim. Birincisinde yazım panoda yer almadı. İlgili öğrenciye sordum, “Yer kalmamıştır herhalde.” dedi. Fakat ilerleyen zamanda da yer verilmedi. Sonra bir daha yazı verdim yine yayınlanmadı. Sorduğumda geçiştirici cevaplar verildi. Sonra yazmaktan vazgeçtim. Anladım ki kendi çevrelerinin, arkadaşlarının yazılarını ve şiirlerini asıyorlar panoya, yapacak bir şey yoktu. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyle; sadece yazın hayatında değil, hemen her yerde ve her işte böyle. Bazı iş ve oluşumlarda çok nadiren, kerhen yer verilenlerle de bir süre sonra, sebepsiz bir şekilde yollar ayrılabiliyor, yolların ayrılması ile de kalınmıyor, çoğu zaman aralar da açılıyor. Bunlar sürekli yaşanıyor. Hatta yaşadım bile!
Daha önceleri kendi kendime, “Bu gazete yazarları her gün nasıl konu buluyorlar?” derdim. Sonra farkına vardım, içinizde yazma istidadı varsa gördükleriniz sizi yazıya götürüyor. Defterlerime, boş bulduğum kâğıtlara notlar alırdım ama çok uzun süre bir yerde yazmadım. O yaşlarda zaten gazeteler de yer vermezdi herhalde. Çok zaman geçti aradan. Eğitim Enstitüsünde bir Türkçe hocamız vardı; mesleğini severek yapan, çok iyi bir hocamızdı. Bazen pratik uygulamalı ders yapardı. Bir kelime verirdi, on dakika içerisinde herkesten, o kelime üzerinden deneme, fıkra, makale gibi edebi türlerde yazı yazmalarını isterdi. Zamanın elverdiği kadar, arkadaşlara yazdıklarını okutturur, arkasından da kritiğini yaptırırdı. Benim yazdıklarıma ve yorumlarıma belki biraz da fazla yer verirdi. Bir keresinde sınavdan sonraki bir derste, “Bütün öğrencilerim böyle bir hata yapsa bu kadar zoruma gitmezdi, sen yapınca çok zoruma gitti, kafama sıksan daha iyiydi.” dedi. Çok şaşırdım, “Neden ki Hocam!” dedim. Kompozisyon için verdiği metnin içinde Âkif’in ismi geçiyordu. Ben yazarken A’nın üzerine uzatma koymamışım, Akif yazmışım. Her zaman olmasa da yön veren, teşvik edenlere ihtiyaç var gördüğüm kadarıyla. Çok yakın bir zamanda, seyir halindeyken telefonum çaldı. Arabayı park ettikten sonra baktım, arayan hocam! Telefonumu, irtibatlı olduğu bir arkadaşımdan almıştır mutlaka… Konuşurken, “Çok uzun zaman geçti aradan, belki hatırlamazsınız.” dedim. “Hatırlamaz olur muyum!” dedi. Ben de çok duygulandım, böyle hocalar var mı daha bilmiyorum!
Geçmiş zaman Müftülükte çalışıyordum. Tarım Bakanlığı iller bazında Dünya Gıda Günü kutlaması yapıyormuş. Tarım İl Müdürlüğü’nce, komisyon üyesi olarak Müftü Bey’den bir konuşma yapması istenmiş, o da işi bana havale etmişti. Protokolde herkes konuştu, en son konuşmacı ben oldum. Konuşmam katılımcılar tarafından çok ilgi gördü. Platformdan inerken birisi konuşma metnini istedi. Ben de sormadan verdim. Ertesi gün daireye bir gazete getirdiler. Orada gördüm, benim konuşma metnini yayınlamışlar. Ondan sonra bazı gazetelerden yazı isteyenler oldu. Böylece yazmaya da başlamış oldum.
ERDEM BAYAZIT VE KENAN SEYİTHANOĞLU AĞABEYLER BENİ ZORLAYARAK YENİDEN YAZI HAYATINA DÖNDÜRDÜLER
SORU- Birçok gazete ve dergide düşünce yazıları, öyküler, şiirler, denemeler yazdınız, hâlen “Usare” İsmiyle bir dergi çıkarıyorsunuz. Bu süreçten biraz bahseder misiniz?
CEVAP- Belediyede görev yaptığım dönemin ilk zamanlarında yazmaya ara vermiştim. Hem iş yoğunluğundan hem de yaptığım görevden dolayı uzun bir süre yazmadım. O sıralarda Kahramanmaraşlılar Derneği (Maraşder) “Dört Mevsim Maraş” Dergisini çıkarıyordu. İşin başında da Erdem Bayazıt Ağabey vardı. Bir program için İstanbul’a gitmiştik. Orada Erdem Ağabey, “Dergiye yazı yaz.” dedi. Ben de zamanımın olmadığını söyleyince, “Ben bilmem, yazacaksınız.” dedi. Ondan sonra, yayın hayatına son verene kadar dergiye yazı gönderdim. Bunlar şu anda aklıma gelenler. O dergide yazdıklarım, Maraş üzerinden, daha çok sosyolojik açıdan toplumsal yapı ile ilgiliydi. Bir şeye sebep gerek denilir ya, Erdem Bayazıt ve Kenan Seyithanoğlu ağabeyler zorlayarak, bu ara dönemden sonra beni yeniden yazı hayatına döndürdüler. Allah rahmet eylesin. Aslında yazmak süreklilik istemektedir. Ara vermek yazmanın sanki düşmanı gibi, insan çabuk soğuyor ya da tembelleşiyor!
Söz buraya gelmişken şunu da söyleyeyim; Erdem Ağabey ile O, Karacaoğlan Halk Kütüphanesi’nde müdür iken tanışmıştık. Ben o zamanlar öğrenci idim. Belki bir şeyler sezmişti. Bir gün, “Büyük zarflar alın, üzerine konuları yazın, okuduklarınız arasından önemli gördüklerinizi, kaynağı ile birlikte bir kâğıda yazın ve o zarflara biriktirin, ileride elinizde muazzam bir doküman olur.” demişti. Ben bunu bir müddet yaptım ama devam ettiremediğim gibi onları da koruyamadım.
Erdem Ağabeyin gözünden bir şey kaçmıyordu diyebilirim. İstidat gördüğü kişinin peşini bırakmazdı. Aynı dönem öğrenci arkadaşlardan birisi bir gün bana, “Siz Nedim siniz değil mi?” demişti. Sonra da, “Erdem Bey bana sizinle tanışmamı ve arkadaşlık etmemi söyledi.” demişti. Kenen Ağabeyle tanışmamız Dört Mevsim Maraş Dergisi’nde yazdıktan sonra olmuştu. Bu yakın ilgiler, herhalde beni yazın hayatının içine biraz daha çekti.
Aslında eğitim döneminde en iyi, belki de en başta yapılacak işlerden biri ve en önemlisi, öğrencinin yeteneğini tespit etmek ve onun üzerinde çalışma yapmaktır. Maalesef bizim eğitim sistemimizde böyle bir çalışma yok. Varsa da ben duymadım, görmedim.
“YAKIN TARİH KAHRAMANMARAŞ DOSYASI” KİTABIMIN ADINI“ GERİ KALMIŞLIK KADER DEĞİLDİR” YAPACAKTIM ARKADAŞLARIM RAZI OLMADI
SORU- Yayımlanmış kitaplarınız hakkında biraz bilgi verir misiniz?
CEVAP- Kitaplara gelince; bir gün aile konusunda gazeteye bir yazı hazırladım ama yazı biraz uzun oldu. Yazıyı kısaltmak istemedim. Biraz daha genişletip bir inceleme yazısı olarak orta sayfada yayınlatmayı düşündüm fakat iş daha da genişledi. Gazetede yayınlatmaktan vazgeçtim. Üzerinde biraz daha çalıştım. “Bireyden Devlete Aile” kitabı böyle ortaya çıktı. Siz de biliyorsunuz, detaylarına girmeyeceğim, kitap yayınlatmak zor iş. Bu kitap, uzun süre bilgisayarda bekledi. Sonra bilgisayar çöktü. Bir arkadaşım toparladı ama çok karışık bir doküman ortaya çıktı. Zor da olsa aynı metinden yararlanarak kitabı toparladım yani o kitabı ikinci sefer yazdım.
Bazen sosyal medyada kitaptan kısa bölümler paylaşıyordum. O zamanlardan bir gün Mustafa Alyaz, “Hocam şu kitabı bastır da bütününü görelim artık.” demişti. Kitap bastırmak maliyetli iş. Bir gün eşim, bir miktar da kendisi katkıda bulunarak, “Kitabın basımı için çocuklar harçlıklarını biriktirmişler. Toparlan, harcamalarını bir müddet kısıtla ve şu kitabı bastır artık.” dedi ve o kitap öyle yayınlandı. Bu kitap, okuyanlar tarafından ciddi ilgi gördü. Bir sabah telefonum çaldı. Arayan kişi, “Ben Merkez Vaizi” diyerek ismini söyledi ve kendisini tanıttı. Bir şekilde kitap eline geçmiş, “Bu konuda çok kitap, çok da yazı okudum ama konuyu bu kadar etraflı değerlendirmeyi bu kitapta gördüm, tebrik etmek için aradım.” dedi. Burada şunu söyleyeyim; bizim toplum okumayı pek sevmiyor maalesef. Her toplum için aile çok önemli bir yapıdır. Aile ilişkileri sağlıklı olmadığı ve yapı olarak sağlam bir zemine oturtulmadığı zaman, bütün sosyal hayat sarsılır. Sadece sosyal hayat değil, ekonomiden eğitime, komşuluktan devlet işlerine, her yaşam alanında ailenin olumlu ya da olumsuz etkisi vardır. Ne var ki, bu kadar ciddi yapılaşma üzerinde ülkemizde yeterli bir çalışma bulunmamaktadır. Bu kitabın hazırlanması sırasında rastladığım, “Millet, devletin ailesidir” cümlesi benim için sosyolojik açıdan kitaba bedeldi.
Aile kitabından başka; gerçek hayat hikâyelerinden oluşan, “Geride Kalanlar” öykü kitabı, deneme yazılarından oluşan “Görebildiklerim” kitabı, bir de Kahramanmaraş’ın geri kalış sebeplerini, yaşadıklarım ve gördüklerimle anlattığım “Yakın Tarih Kahramanmaraş Dosyası” kitabı yayınlanmış bulunmaktadır. Bu kitabın adını “Geri Kalmışlık Kader Değildir” diye yazacaktım ama bazı arkadaşlarım, bu ismi verirsen kitabı din kitabı zannedenler olabilir dediler. O yüzden kapağın ön yüzüne yazmadım ama arka kapağa bunu yazdım.
USARE’NİN HER SAYI YAYINLANDIKTAN SONRA BİRAZ DAHA İŞTAHIMIZ ARTIYOR VE YORGUNLUĞUMUZ ÇIKIYOR
ORU- USARE DERGİSİ’ne ayrı bir başlık açmak istiyorum. Malumunuz dergi çıkarmak zor ve meşakkatli bir iş. Bunu nasıl başardınız?
CEVAP- USARE DERGİSİ’ne gelince; bizim bir vakfımız var, senedini ben hazırlamıştım. Faaliyet alanı arasında sanat ve edebiyata yönelik çalışmaların yapılabileceği maddeler de var. Biz para toplamıyoruz. O yüzden de bilinen bazı işleri yapmıyoruz ama bir şeyler yapmamız da gerektiği için bir sanat edebiyat dergisi çıkarmaya karar verdik. Arkadaşlarla birçok isim üzerinde görüş alışverişinde bulunduk. Değerlendirmeler sonucunda, “USARE” adına oybirliği ile karar verildi. Depreme kadar otuz sayı yayınlandı. Depremde, tarumar olan Kahramanmaraş ile birlikte burada yaşayan herkesin feleği şaştı. Uzun süre dergiyi yayınlayamadık. Yazı yazmaya da dergiyi hazırlamaya da benim elim varmadı ancak depremden sonra ara verilen Kitap Fuarının yeniden açılması bizi yayın hayatına tekrar döndürdü.
USARE iyi bir yer edindi. Dergide, şehrimizin yazar ve şairlerine yer vermeyi önemsiyorum. Ancak ulusal ve uluslararası alanda sanat icra eden herkese dergimizin kapısı açıktır. Dergi ile ilgili çok güzel değerlendirmeler alıyorum. Birçok yere gönderiyorum, onlar da geri dönüş yaparak bizi teşvik ediyorlar. Dediğiniz gibi dergi çıkarmak kolay bir iş değildir ama her sayı yayınlandıktan sonra biraz daha iştahımız artıyor ve yorgunluğumuz da çıkıyor.
Dergi çıkarmanın birinci şartı yazı kadrosunun içinde bizzat yer almakmış. Bunu da işin içine girince daha iyi anlıyorsunuz. Çocukluğumuz döneminde, bir ara Maraş’ta fırın işçileri grev yapmışlardı. Belediye, Antep’ten ekmek getirtip, hatta belediyenin kum kamyonları üzerinde mahallelerde dağıttırmıştı. Olay hafızama nasıl yer etmişse şimdi hatırladım; bizim mahalledeki bakkala bir fırıncı at üzerinde ekmek getirirdi o günlerde. Biz de bakkal dükkânının önünde, onun geleceği saati bekler, sıcak ekmek alırdık. Bu iş, yanılmıyorsam bir haftadan daha fazla sürmüştü. Bir gün birisi fırıncıya, “Senden başka ekmek çıkaran yok, sen nasıl yapıyorsun bu işi?” diye sormuştu. O da, “Ben fırıncıyım, işçi gelmezse gelmesin, fırınımı kapatacak değilim. Çoluğum çocuğum fırında çalışıyor. Birlikte hamurumuzu yoğuruyoruz, ekmeğimizi yapıyoruz, kendim de pişiriyorum.” demişti. Aklımda kalmış işte. Yani işin içinde olmak, işi yapmanın ve başarının ilk basamağıdır. Tabi Allah yardım ediyor, ben buna inanırım.
SORU- Sizler uzun yıllar, şehrimizin çok değerli edebiyatçılarıyla beraber oldunuz. İnanıyorum ki çok güzel hatıralarınız da olmuştur. O günlere biraz gidersek, neler anlatırsınız?
CEVAP- Allah rahmet eylesin, Ahmet Bayazıt çok iyi bir yapımcı olduğu kadar çok da iyi bir devlet adamıydı. Etkin güçler, yetenekli kişileri çok yakın yerlerinde tutmazlar, hatta bazıları böylelerini sevmezler bile. Bunu kısmen de olsa yaşadım ve gördüm. Ahmet Bayazıt da değerlendirilmeyen yeteneklerden biriydi bana göre. Maraş da çok bilmez onu zaten. Rasim Özdenören’in Çok Sesli Bir Ölüm hikâyesinin, Tarık Buğra’nın Sahibini Arayan Madalya eserinin filme uyarlanmasını ve yapımcılığını yapmıştı. Bu filmlerin çekimini de Kahramanmaraş’ta gerçekleştirmişti. Yedek Subay birikimini eritmek için 1980 İhtilali’nden sonra malum dört aylık kısa dönem askerlik yaptırmışlardı. Ahmet Ağabey bana askere giderken, “Komutan ne derse onu yap, yat dedi mi yat, yorum yapma ve düşünme.” demişti. Askerliğin daha üçüncü günü, aylardan temmuz, eğitim alanına kömür külü serilmiş. Teğmen eğitim yaptırıyor. İyice terledik, suyumuz çıktı. Bir ara komutan “Yat!” diye emir verdi. Ben hiç beklemeden yattım. Arkadaşlardan bazıları ellerinin üstüne yattılar. Hatta cebinden mendil çıkarıp serdikten sonra onun üzerine yatanlar oldu. Komutan “Kalk!” dedi kalktık. Bu sefer “Sırtüstü yat!” dedi.
Erdem Ağabeyin eşinin vefatında idi galiba, mezarlıktan çıkarken Rasim Ağabey’e “Abi, aradan uzun zaman geçti görüşmeyeli, ben Mahmut Nedim Tepebaşı” dedim. Mezarlıktan çıkana kadar konuştuk. Kapıya gelince bana “Nerede yazıyordunuz?” demişti!
Sezai Karakoç, Ankara’da birlikte olduğumuz bir ortamda bana bazı şeyler sordu. Ben onun beklentisine uyumlu olmayan sözler söyledim. Çok kızdı benim sözlerime. Biraz mahrem olduğu için müsaadenizle konuyu anlatmayayım. Ben de sözlerimin nedenlerini anlattım. O sırada akşam ezanı okundu. “Şimdi namazımızı kılalım, sonra konuşuruz.” dedi. Namazdan sonra değişik konularda sohbete başladı. Onun sakinleşmesinden ve sohbete devam etmesinden, benim söylediklerime hak verdiğini anlamış ve rahatlamıştım. İlk çırpıda aklıma gelenler bunlar.
BU ŞEHİRDE NFK KÜLTÜR MERKEZİ KÜTÜPHANESİ’NDEN BAŞKA DONANIMLI KÜTÜPHANE BİLE YOK. HER NE HİKMETSE KAMU YÖNETİMLERİ BU KONUYLA YETERİ KADAR İLGİLENMİYOR
SORU- Şehrimizdeki edebi faaliyetleri nasıl buluyorsunuz, geçmişle kıyas ettiğinizde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Şehrimizin edebi gelişimi için önerileriniz neler olabilir?
CEVAP- Eskiyle Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Nuri Pakdil, Âkif İnan dönemlerini kastediyorsanız, o dönemle sonrakiler kıyaslanamaz ama sonraları da iyi çalışmalar yapılmıştır elbette. Bir “Kelam”, “İkindi Yazıları”, ”Yalnız Ardıç”, “Alkış” çalışmaları da çok güzel çalışmalardır. Elbette ki Edebiyatın Başkenti iddiasında bulunan bir şehir için, çalışmaları takdir ediyorum ama bunlar yeterli değildir. Daha öncekiler de şimdiki çalışmalar da özel gayretlerle sürdürülmüş ve de sürdürülmektedir! Şu anda bu şehirde Necip Fazıl Kültür Merkezi Kütüphanesi’nden başka donanımlı bir kütüphane bile yok. Her ne hikmetse kamu yönetimleri bu alanlarla yeteri kadar ilgilenmiyorlar.
Yerel gazetede ve bazı dergilerde; zamanın valisine, şehrin yönetiminde etkin olan şahıslara ve diğer bazı ilgililere, eski SSK binasının bir katının sosyal tesis, üst katlarının da donanımlı bir kütüphane yapılmasını yazdım ve önerdim ama hiç ilgilenen olmadı. Bu yer daha sonra, Maraşlı olmayan, belki maliye kaydı bile Kahramanmaraş olmayan bir AVM’ye satıldı. Üstelik bu bina hizmete girdiğinde, zaten karmaşık olan şehrin trafiği biraz daha sıkışmış olacak. İlimizde, kişisel gayretlerden başka kültürel ve sosyal alanda peh denilecek bir çalışma yok maalesef. Belediyede bulunduğum sıralarda, edebiyat ve sanat alanında Kahramanmaraş’ı ciddi bir şekilde ayağa kaldırmayı planlıyordum ama olmadı. Yetki tamamen elinizde olmadığı zaman planlar da işlemiyor. Bunlar yapılamayacak işler değil. Bunun örneği Sezai Karakoç Sempozyumu’nda verildi. Potansiyel var ama dar anlayışlarla bu işleri yapmak zor hem de çok zordur. Bu programa Türkiye’nin her tarafından çok isimler katıldı. Burada Duran BOZ hocanın çok büyük katkısı oldu. Bunu da hiç değilse bu vesileyle buradan söylemiş olayım ancak bizdeki yapı açısından çok üzücü bir şey daha söyleyeyim. Sempozyum kitabının baskısı kalmadığı için sonra tekrar bastırılmış, o baskıda benim konuşma metnim kitaptan çıkarılmış ve kitabı yayına hazırlayanlardan benim ismim de çıkarılmış. Bir kitabın sonraki baskıları aynısı korunarak basılmaz mı? Bu ve benzeri tutum ve davranışlardan dolayıdır ki bizim şehrimizde bazı çalışmaların yapılması ve sürdürülmesi zordur, bu anlayış halen de devam etmektedir!
“Uzayan kol bizden olsun” özdeyişi sözde kalmamalı ama her ne hikmetse bu anlayış bizim şehrimizde işletilmemektedir. Bunları sizler de biliyorsunuz. Bu kadar potansiyel varken, ülke çapında hatta uluslararası platformda, bu şehrin, olması gereken varlığı gösterememesi bundan değil midir? Mesela İkindi Yazı’larına baktığınız zaman Nedim Ali Zengin’nin tek başına bile kazandığı ivmeyi halen pek de yakalayan olmamıştır.
“MESDER” RAHMETLİ HACI ALİ ÖZTURAN’IN BU ŞEHRE BİR İKRAMIDIR
SORU- Zaman zaman Mesder derneğimizin faaliyetlerine de katılıyorsunuz. Mesder hakkında neler söylersiniz?
CEVAP- MESDER, rahmetli H. Ali Özturan’ın bu şehre bir ikramıdır. Son zamanlarda birçok etkinliğe katkı sağlaması bakımından önemli bir işlevi vardır, hayırlı hizmetlerde bulunmasını yürekten istiyorum.
“GENÇLER BİZİM GELECEĞİMİZDİR” DİYE HEP SÖYLENİR AMA UYGULAMADA BU SÖZLER HAVADA KALIR
SORU- Son olarak genç yeteneklere, genç kalemlere ne gibi bir mesajınız olur?
CEVAP- Bir yapıda arkadan gelen güç olmazsa uzun ömürlü olmayacağını herkes bilir ama nedense uygulamada bu anlayış pek görülmez. Bu şehirde doğruları konuşmak bile bazen zordur!
Çalışmaların uzun soluklu olması için sosyal yapıda gençlere yer ayrılması gerekir. Bunu bir misalle desteklemeye çalışayım müsaadenizle; bir gün eski ya da asıl mahallemde bir taziyeye gittim. Yaz günü, evin açık alan kısmında Kur’an okuyanları dinliyoruz. Lise çağlarında genç birisi Kur’an okudu. Topluluğun arasından birisi, bazı kuralları, üstelik bazılarını da yanlış söyleyerek, o gence, daha çok çalışması gerektiğini söyledi hem de kalabalığın içinde! Ben de o gence, cesaretini takdir ettiğimi, benim bu kadar cesaretli olamadığımı söyledim ve okumasından dolayı teşekkür ettim. Sonra gencin yanında, benim karşımda oturan, çocukluk arkadaşım yanıma geldi ve bana teşekkür etti. “O çocuk benim oğlum. İmam Hatip Lisesi’nde okuyor. O adamın sözleri çocuğun moralini bozdu. Kıvranışından biliyorum ama senin sözlerin onu rahatlattı. Ben ona seni tanıttım ve sen onun dediklerine bak, diğerini boş ver dedim.” dedi. Gençlere yol açmak gerek. Bunu rehberlik yapacak durumlarda olanların yapması daha uygun olur. Hani şu, Kubbealtı sohbetleri gibi! Kişileri hedef alarak değil, sohbet arasında, inceden inceye yol göstermek lazım. Benim bir arkadaşım var, Allah afiyetler versin, bu tür konuları anlatırken o, “Serum gibi incitmeden damardan girmek lazım.” der. MESDER veya Milli Eğitim, belediyeler, müftülükler bunu yapabilirler ama durum da ortada! Gençlerden önce, onlardan öncekilerin sosyal hayatı güzelleştirmeleri gerek. Gençlere de aralarında yer vermeleri daha uygun olur kanaatindeyim. Çocuklar veya gençler üzerinde anne babalardan daha fazla anne ve babaların arkadaşları etkili olurlar diye düşünürüm. Yine sanat ve edebiyat çevrelerinin de gençler üzerinde çok etkili olabileceklerini düşünüyorum. Özel sohbetler sırasında bunları arkadaşlarımla da paylaşıyorum. İlgi görüyor mu, maalesef! Ancak yılmamak gerekir. Bir de gruplaşmaya yanaşmamak gerekir. Her fırsatta “Gençler bizim geleceğimizdir.” diye söylenir ama uygulamada böyle bir şey olmadığı için söz havada kalır. Biraz da gençler atılımcı olmalı, büyükleri de onların elinden tutmalıdır kanaatindeyim.
Bir de sanat ve edebiyat sosyal hayatın vazgeçilmezi olmalıdır. Bunun için de çok okumak gerekir. Okumadan yazılanların dayanağı, dayanağı olmayanın da bir değeri olmaz.
Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum.
Bana bu fırsatı tanıdığınız için ben teşekkür ederim.