Halkına ayda yüzer dolar dağıtarak milli üretimden uzaklaştıran Afrikalı müstemleke ülkelerin yöneticileri zamanla milletlerini açlık ve sefalete sürüklediler. Balık tutmayı, pekmez yapmayı, buğday ekmeyi, bulgur yapmayı unutturdular. Tüketim toplumu yaptılar. Bedava yaşamayı bir inanç ve kültür haline ketirdiler. Dışarıdan gelen yardımlara bağımlı hale getirerek milli ekonomilerini çökerttiler. Halkı tembelleşen, çalışma ve üretme yeteneklerini kaybederek asalaklaşan bu ülkelerin bütün kaynaklarını Avrupalı sömürgeciler ele geçirdi. Milli servetlerini çalmaya başladılar. Denizlerindeki balıkları uçaklarına yükleyip Londra’ya, Paris’e uçurdular. Tüketim toplumu olma yolunda halkımızda genel bir eğilim gözlenmektedir. Banka-marketler ve mutfak arasından çıkmayan insan sayımız hiç de azımsanamayacak durumdadır. Devletin sosyal yardımları, dernek ve vakıfların maddi destekleri, zekât ve sadaka anlayışları halkımızı asalaklaştırıyor mu, tartışılması gerekir. Zira“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” Cemile Silin arkadaşımızın ismini vermeden anlattığı, bir avukatın şu hatırası bize her şeyi anlatıyor: “Duruşmadan çıktım. Ofise dönmek üzere Ankara-Sıhhiye’de otobüs durağında bekliyordum. Bir şalvarlı hanım teyze oturma banklarına torbalarını koymuştu. Şehirli giyimli başka bir hanım teyze geldi yanına. Kaldır bunları buradan, burası oturma yeri dedi. Biraz sertçe söyledi. Köylü teyzem ikiletmeden kaldırdı kenara koydu.Ama banklar torbadakilerden dolayı ıslanmıştı.Şehirli hanım teyze yine sertçe “gördün mü” dedi.Şalvarlı teyzem ikiletmeden koynunda beyaz kenarları işlenmiş,muntazam katlanmış bir yazmayı çıkardı,(belli ki yedek başörtüsü idi)silmeye başladı.Bankı tertemiz etti.Lafa girdim. Teyzeciğim, torbandakiler nedir, dedim. Balgat-Yüzyıl  semtindeki pazara gidiyormuş. Dağlardan toplamış. Satacakmış. Hindiba, hardal, yarpuz, kazayağı ve diğer yeşillikler.Şehirli hanıma sertçe bakış fırlattım,anladı.Ama falan,filan,şöyle,böyle… demeye kalktı hanımefendi. Sende haklısın ama biraz sert oldu, teyzeye davranışın demeye getirdim. Sonra teyzeme sordum, bunları satarsan kaç para tutar dedim. Maksadım, 40-50 lira dediğinde, hepsini alıyorum demek geçti içimden. Doğrudan söyleyemedim kalabalık içinde rencide olabilirdi. Teyzem öteki hanıma söyleyemediğini bana söyledi: “Ya oğlum sana hesap mı vereceğim” dedi. Sustum kaldım. Herkesin içinde bir şey diyemedim. Çuvalını ben satın almak istemiştim. Aynı otobüse bindik. Yanına oturdum. Yolda cesaretimi topladım. Bak hanım teyze! Benim sormamın sebebi o torbayı satın almaktı. Sen bana kızdın, dedim. Biraz mahcup ve safça; “Sana kızmadım, çok yorulmuştum, bunları toplamak için hep eğilip doğruldum, onun için ” dedi. Anlattı hikâyesini: “Ben yıllardır bu işi yaparım. Bir oğlum var, 42 yaşına geldi. Altı aylık iken kör oldu. O’na bakıyorum. Dul bir kadınım. Ne yapayım başka” dedi. Üstelik oğlu, psikolojik olarak da hasta imiş. Geçen hafta ilaç içmiş. Komşular ambulans çağırmış. Oğlu, “ana beni neden kurtardın” demiş. “Ne yapayım, anayım ben” dedi. Hadi bana birazcık yeşillik sat dedim. İkinci küçük torbadan bir poşet çıkardı, iki top yarpuz,iki top hardal koydu.Torbası delik çıktı.İkinci bir kullanılmış poşete koydu.Ben de 20 TL verdim.  50 lira verirsem kızar diye düşündüm. Bu arada torbası otobüsün tabanını da ıslattı. Bilet satana: “Sakın kızma, gariban ekmek parası için…” dedim. Pazarda, durakta, yolda böyle hanım teyzeler, kardeşler her zaman var. İki gün önce dünya kadınlar günü idi. İşte bu kadının günü. Bir Mayıs İşçi Bayramı. Bu teyze gibi gerçek emekçilerin günü. Bu arada oğlunu anlatırken burnumun direği sızladı. Gözlerim doldu. Allak bullak oldum.Allaha şükürler ettim. Kendi mallarını üreten ve pazarda satan fedakâr, cefakâr ablalar, kadınlar görür isek daha farklı davranmalız.” Bugün ekmeğini taştan, ot-çöpten çıkaran yaşlı teyzeler bir tarafta sosyal yardımlaşmanın kapılarına yığılan genç kadınlar, erkekler diğer tarafta…