İslam ahlâkının temel değerlerinden biri olan doğruluk; insanın içi ile dışının, özü ile sözünün bir olması, söyledikleriyle yaptıklarının (söz-fiil) birbirine uyması demektir. İnsanın söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uymaması, niyeti başka olduğu hâlde dıştan başka şekilde söylemesi ve davranması, doğruluğun zıddı olan yalancılıktır. Yalancılık ise, İslâm dininde yasaklanmış ve büyük günahlardan biri sayılmıştır. (Buharî, Müslim)
Doğrulukta karşıdaki insana güven vermek, onun haklarına riayet etmek söz konusu iken yalancılıkta karşıdaki insanı aldatmak, kandırmak ve o insanın güven duygusunu boşa çıkarmak vardır. Bu ise, ahlâk dışı ve karşısındaki insanı yanıltmaya yönelik çok çirkin bir davranıştır. Güven duygusunun kalkması, huzursuzluk ve mutsuzluğun yaygınlaşması, insanların yalan ve haksızlığa yönelerek doğruluk ve dürüstlükten uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Doğruluk şeref, izzet, yücelik; yalancılık ise zillettir. Zillet de Müslümanın düşeceği bir durum değildir.
Doğruluk ve dürüstlük, bir insanda imandan sonra bulunması gereken en önemli haslettir. Çünkü imandaki sadakat duygusu bunu gerektirir. Bu konuya ışık tutan bir rivayet şöyledir; Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir: Peygamberimize (s.a.v.): “Ey Allah’ın Rasûlü, iyet hakkında bana öyle bir öğüt ver ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” buyurdu. (Müslim)
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. “(Hûd, 112) ilâhî emrini hatırlatan Peygamberimiz (s.a.v); doğruluğun önemine işaret ederek Hûd süresinin özellikle bu süredeki "dosdoğru ol" emrinin kendisini ihtiyarlattığını, saçlarını ağarttığını belirtmiştir. (Tirmizî)
Toplumdan güven duygusunun kalkması, huzursuzluk ve mutsuzluğun yaygınlaşması, insanların iç dünyalarında yalan ve haksızlığa yönelerek doğruluk ve dürüstlükten uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır.
Doğruluk ve dürüstlüğün olmadığı bir evde veya toplumda huzurdan ve karşılıklı güvenden
bahsetmek mümkün değildir. Kimsenin kimseye güvenmediği,
herkesin birbirine şüpheyle baktığı böyle bir aile veya toplum, dağılmaya ve yıkılmaya
mahkumdur. Güvensizliğin hakim olduğu böyle bir toplumda ise huzur ve başarıdan bahsetmek mümkün değildir.

Tatlıcı Ali Efendi

Bir gün çocuklarının ateş yakmak için kesilen odunlar arasından düzgün olanları ayırdıklarını görünce sebebini sorar. Çocuklarda onlardan balta ve keser sapı yaparız. Ondan onları yakmayıp ayırıyoruz diye cevap verirler. Ali Efendi bu durum karşısında yere çöker. Ellerini RABB’ine açar ve şöyle der...

“Odunların doğru olanı bile kendini ateşten kurtarıyor...

Ya insanların doğru olanı…