Helalleşmek; İnsanlar, birbirine “alışverişte ya da ayrılma sırasında hakkını” bağışladığını, bir başka deyişle “helal” ettiğini söylemektir. “Helal etmek” Allah’ı şahit tutarak (bir şeyi) bağışlamaktır
Helallik, her şeyden önce hak edilmeyenleri hak edene geri vermektir. Pişman olmak ve bir daha yapmamak anlamında özür dilemektir.
Üzerinde kul hakkı olan. işlenen günahta kul hakkı da varsa, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek gerekir. Kul borcu ile ölürsek, birçok sevabımız hak sahibine verilir, sevabımız kalmazsa, onun günahlarını yüklenmek zorunda kalırız. Şehit olan kimselerin kul borçlarını Allahü teâlâ öder.
İnsanların birbirleri üzerindeki haklarını karşılıklı olarak helâl etmeleri; o hakkı bir diğerine bağışlamaları, haktan vazgeçmiş olduklarını bildirmeleridir.
Helalleşmedeki helâl kelimesi, haram'ın karşıtı olan helâl ile aynıdır. Helalleşmeden sonra kulun hakkı ortadan kalkmakla birlikte, helâllik dilemeğe yol açan fiil helâl hale gelmiş olmaz. Yani ortada bir haramı helâl haline getirme durumu yoktur, yalnızca kişinin yapılan şeyden dolayı kendi hakkından vazgeçmesi hadisesi vardır. "Helalleşme ile, zâlim, mazlumdan üzerindeki hakkı bağışlamasını dilemiş olur. Allah'ın haram kıldığı şeyden hasıl olan günahı bir kimsenin helâl kılması mümkün değildir. Yüce Allah’tan af ve mağfiret dilemesi gerekir.
Helalleşme, insanın kul borcundan kurtulması yollarından biri olarak Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından tavsiye edilmiştir. Nitekim, bu konuda Rasûlullah (s.a.v) "Kimin uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahud malına tecavüzden doğan bir hak bulunursa, dinar ve dirhem bulunmayan (kıyamet günü gelmez)den evvel bu gün dünyada mazlumdan o hakkı helâl etmesini istesin (yoksa) zâlimin salih ameli bulunursa o amelden zâlimin zulmü miktarınca alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin hasenâtı bulunmazsa, mazlumun seyyiâtından alınıp, zâlim olana yükletilir" (Tecridî Sarih Tercümesi) buyurarak helalleşmenin önemi ve soncu üzerinde durmuştur.
Helalleşmenin dünyada yapılmaması durumunda, âhirette gerçekleşeceğini de yine bir Buhârî rivâyetinden öğreniyoruz: "Kıyametle mü'minler Cehennem (üzerindeki sırattan) kurtulduktan sonra Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak tefek) mezâlimden bir birlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir" (Tecrid-i Sarîh Tercümesi)
"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır" (Tirmizi,) hadisi de, kul hakkının ve dolayısıyla bundan kurtarıcı helalleşmenin önemini ortaya koyar.
Helalleşme yoluyla gidilecek, çözümlenebilecek kul hakkı öylesine önemlidir ki, Allah Rasûlü "Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi) buyurarak bu önemi haber verir.
Helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Allah'ın Rasulü "müflis" olarak niteleyip, bunların durumunu şöylece anlatmıştır: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekini dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanât-ı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra cehenneme atılır" (Buhari, Edeb)
Helalleşme, öteki dünyadaki iflâstan kurtulmak için, bu dünyada insanlardan haklarını helâl etmelerini dileme ve böylece borçtan kurtulma yoludur.
İnsanlar, bir arada ve topluluk hâlinde yaşayabilecek şekilde yaratılmıştır. Başka insanlarla tanışmak, kaynaşmak, yardımlaşmak insanın tabii ihtiyacıdır. Allah’ın nimetlerinden istifade etmek, ihtiyaçları karşılamak toplu hâlde yaşamaya bağlıdır.
Toplu hâlde yaşayan insanların ise birbirlerine karşı pek çok hak ve vazifeleri vardır. Bunlar; ana-baba hakkı, karı-koca hakkı, çocuk hakkı, amir-memur hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, hoca hakkı, arkadaş hakkı ve insanlık hakkı şeklinde sıralanabilir.
Dinimiz, bu hakların üzerinde titizlikle durmuş, genel olarak bütün münasebetleri “kul hakları” içinde değerlendirmiştir. Müslümanlar olarak bizler, kul hakkı hususunda son derece titizlik göstermeliyiz. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının haklarını üzerimize geçirmemeliyiz. Eğer birinin hakkı üzerimize geçmişse onu ödemek veya o kişiyle helalleşmek suretiyle kendimizi o haktan kurtarmaya çalışmalıyız.
Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği bir hakkı çiğnemek büyük günahlardandır. Yüce Rabbimiz kendisine karşı işlenen hata ve günahları affettiği hâlde kul hakkını bunun dışında tutmuştur. Kul hakkını affetmeyi, haksızlığa uğrayan kulunun isteğine bırakmıştır. Dolayısıyla, kul hakkı sebebiyle tevbe edecek olan kişinin, evvela hakkını yediği kimseden helallik alması şarttır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şehidin kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah Teâlâ bağışlar.”(Müslim)
Resûlullah (s.a.v.), “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sorunca ashap, “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” demiştir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zina isnat edip iftirada bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede cehenneme atılır.”(Müslim)
Birinin malını çalmak veya izinsiz olarak almak, şeref ve haysiyetini lekelemek, insanları şakayla da olsa üzmek veya korkutmak, aldatmak, rüşvet verip almak, borcunu geciktirmek veya ödememek, hatta sırada izinsiz bir şekilde başkasının önüne geçmek dahi kul hakkını ihlal etmektir.
Kul hakkı yemenin daha tehlikeli bir çeşidi de, toplumun ortak hakkı olan devlet ve vakıf mallarını haksız yere gasp etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Bu haksızlık daha tehlikelidir. Çünkü sonunda pişman olunsa bile helalleşecek bir muhatap bulmak mümkün değildir. Zira o malda herkesin hakkı vardır.
Akıllı bir insan, Allah’a ve O’nun kullarına karşı vazifelerini yapan, hak ve hukuka saygı gösterip, hesap gününe borçsuz ve günahsız olarak gitmeye çalışandır. Bir gün bu fani hayat son bulacak, gerçek hayat dediğimiz ahiret hayatı başlayacak ve herkes dünyadaki hayatından hesaba çekilecektir.