“Taraf olmayan bertaraf olur” denir ve herkes birine yamanmak ister kolayca… lokomotif değil vagon, baş olmak yerine kuyruk olmayı yeğler çoğu kendini eksik gören insanlar. Yönelişlerimiz-kıblemiz, dualarımız-söylemlerimiz, amellerimiz-eylemlerimiz bizim kim olduğumuzu belirler. Her insanın kendi nev-i şahsına münhasır (kişiye özel) kişiliği vardır. Benimsediği fikirleri, beğendiği hayat tarzı, etkilediği ve etkilendiği insanlar, ilişki kurduğu ticari, siyasi, sosyal, akademik çevreler vardır. Duruş, düşünüş, bakış ve davranışlarında vicdanının ve aklının sesine kulak vererek doğrudan, mazlumdan, adaletten, haktan, hukuktan yana bir taraf tutması her şerefli insan için mecburi istikamettir. Ancak çok şerefli, ulvi, kutsi bir davranış yerine nefsanî hareket ederek, dünyalık kaygılarla haklıdan yana değil de güçlüden yana yönelenlerin sayısı artarak sürüyor. Mal-mülk, şan-şöhret, makam-mevki, kadın, içki gibi insan kişiliğini ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyen unsurlar yönelişleri belirlemede çok daha etken olmaya başladı. Ya da bana öyle geliyor, yanılıyorum. Yanılmak isterdim ama gördüklerimi inkâr etmem, görmezlikten gelmem gerekir bunun için. Dünyada, özellikle İslam toplumlarında bir grubun, cemaatin, tarikatin, partinin, akımın ve felsefenin mensubu olmak revaçtadır. Bu durum birey olamamışlığın, gelişmemişliğin insan eğilimlerine doğrusal bir yansımalarıdır. Kendini geliştirmemiş, zayık karakterli insanlar bir grubun içinde kendilerine güvenli yer ararlar. Onların gölgesinde, onların yardımlarıyla hayatlarını sürdürmeye çalışırlarken, onların da güdümüne ve kontrolüne girerler. Bir grubun adamı olup da devlet vazifesi görenler, işte o zaman emirleri kendi kurum amirinden değil, intisap ettiği grubunun başından alırlar. Bu durum askerlik gibi emir komuta zincirinin, as-üst dikey hiyerarşisinin hayati önem taşıdığı kurumlarda olursa, general rütbesindeki birisi yüzbaşıdan, o da grup liderinden emir alır ki bu da başkomutanın rolünü dışarıdaki bir tarikat, cemaat liderinin çalması demek olur. Her insan fikir, inanç, ibadet, yaşam şekli tercihlerinde özgürdür. Ancak bu özgürlükler milletimize, devletimize, bağımsızlığımıza zarar vermemesi ile kayıtlıdır. Bunların varlığı, bekası ve güvenliği söz konusu olunca gerekirse bütün hak ve özgürlükler askıya alınır. Gereken ne ise yaplır. Şu halde kim ne taraf olursa olsun, kimin adamı, hangi inancın mümini, müntesibi olursa olsun, milletçe fert fert öncelikle taraf olmamız gereken öncelikli şey milli konulardır.
Bir grubun adamı olmak mı, devletin ve milletin adamı olmak mı daha üstündür? Akıllı her insan tercihini bir kişi ve gruptan yana yapmaz tabi ki. Ancak cehalet kulu, kula, kul eder. Pul eder. Birilerini kutsallaştırır. Peşine gözü kapalı takılır gider. Şırnak koyunları gibi uçurumdan düşene kadar önün de gidenin kim olduğunu anlamaz. Haşhaşi gibi. İnsanın, ailesinin olması gibi bir millete mensup olması, evinin olması gibi devletinin olması, babasının olması gibi devlet başkanının olması ve hepsinin güvenliğini sağlayan asker ve polisimizin, devleti ve milleti ayakta tutan hâkim ve savcılarımızın olması ne büyük bir nimettir. Devlet görevini yapanlar devletin adamı, milletin hizmetkârı olmak düşüncesiyle görev yapmazlarsa, her kurum bir grubun mahallesi olup çıkar. Filan amcam, dayım ne der diye değil,
“Allah ne der” diyerek çalışan bir yeni nesle ihtiyacımız var şiddetle… Allah’ın yasaklarından ve devletin hukukundan ayrılmayan bir nesle… Devlet-i ebed müddet,İ’layı Kelimetullah anlayışında olan,Allah’tan başka bir şeyden korkmayan bir nesle…
”Anasız babasız yaşarım ama vatansız yaşayamam” fikrine inanmış yüksek mefkûreli bir nesle…Kimsenin adamı değil, kendisini iyi yetiştirmiş, yüksek seciyeli, milletinin ve devletinin adamı olan bir adam arıyoruz fener elimizde…