Geçmişte Ankara'da bir kurumda genel müdür olan bir kimse anlatır.

Yeni bir evlilik yapmıştım ve eşimle birlikte Uzakdoğu seyahatine çıktım.

Yolumuz Endonezya'ya uzandı.

Başkent Cakarta’da büyük bir mağazada eşime uzak doğu kumaşı almak istedim.

Pazarlığını yaparken Türkçe konuşmamızı duyan mağaza sahibi İngilizce ile

‘’Siz Türk müsünüz?’’ diye sordu.

"Evet" cevabını alınca çok heyecanlandı ve bana sarıldı: ‘’Bu kumaşımız size hediyemizdir, lütfen kabul edin; mağazamız açıldığından beri ilk kez bir Osmanlı torunu şereflendiriyor." dedi.

Bizi özel odasına alır ve kahve ısmarlar.

Ayrılırken, ‘’Yarın Cumayı nerede kılacaksınız? diye sorunca ben afalladım.

Bende abdest, namaz yok ama bu kadar iltifat gördükten sonra da "kılmıyorum" demeye de utandım.

‘’Ben buraya yeni geldim. Şehri tanımıyorum. Siz hangi camiye götürürseniz ben oraya gelirim.’’ dedim, kıvırttım.

Patron; "Tamam ben sizi yarın araba ile aldırırım." dedi. Otelin adresini verdim ve çıktık.

Bir dükkandan kendime bir takke satın aldım. Ertesi Cuma günü beni otelden aldılar.

Cakarta'nın en büyük camisine götürdüler. Minber ‘in en başında bana yer ayırmışlar.

İmam hutbeye çıktı ve başladı:

"Sevgili kardeşlerim, eğer bizler burada dinimizi rahat yaşıyorsak, huzurla Allah diyebiliyorsak, hak-hukuk, adalet ile tanışmışsak, insanca yaşıyorsak ve şimdiye kadar bu vasıflarımızı koruduysak bilin ki bu OSMANLI sayesinde olmuştur..

Zalim haçlı dünyasına karşı direnebilmiş ve inancımızı muhafaza edebilmişsek bunu Osmanlıya borçluyuz. Allah bu millete zeval vermesin. Allah bu milleti payidar eylesin, Allah bu milleti başımızdan eksik etmesin.

Sevgili kardeşlerim biliyor musunuz Şu anda aramızda Osmanlı torunu vardır. Cumamız bununla bereketlenmiştir. Şimdi hutbeyi okumak üzere onu davet ediyorum." dedi.

Ve der demez hızla bana geldi ve sarığı cübbeyi bana giydirdi.

Olaylar o kadar hızlı gelişti ki itiraz etmeye fırsat bulamadım. Ben şok oldum, bana bu kadar değer verildiğini bilmiyordum. Kalktım mecburen. Cuması, namazı olmayan ben şimdi hutbe okuyacağım! Minbere çıkarken içimden nasıl yalvarıyordum, anlatamam..

‘’Aman ya Rabbi, beni bu güzel insanlar karşısında mahcup etme, aman yarabbi beni ve milletimi rezil etme, aman ya rabbi bana yardım et, ayıbımı gizle, yarabbi beni bu badireden kurtar, beni bu zorluktan kurtar.." diye yalvara yakara çıktım. Yüzümü cemaate çevirdim.

Yirmi beş bin kişi. Onlar bana bakıyor. Ben onlara bakıyorum derken dilim çözüldü:

"Sevgili kardeşlerim size Türkiye’den kardeşlerinizden selam getirdim."

Hep bir ağızdan: ‘’Aleykümsselam’’ diye camiyi titrettiler. Ve başladım.

"Sevgili kardeşlerim hiç şüpheniz olmasın ki Osmanlı dimdik ayaktadır, her zaman arkanızdayız, her zaman İslam’la hakla birlikteliğimiz devam ediyor, size her zaman yardıma hazırız vs."

Cemaat öyle bir dalgalandı ki. Hutbeden sonra beni büyük bir konvoyla otele götürdüler, devlet başkanı uğurlar gibi. Onlar gidince otel odama girdim, ağladım, ağladım..

"Hey Allah’ım! Dünyadaki insanlar, mazlumlar bizden ne bekliyor, biz ne işle uğraşıyoruz?" diye.

KANUNİ NİN RÜYASI :

Rivayet olunur ki bir kutlu gecede, Kanuni Sultan Süleyman,

rüyasında Resulullah efendimizi görür. Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek,

bugün Süleymaniye''nin inşa edilmiş olduğu,yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu

çok güzel manzaralı tepeye gelirler.

Bu tepe, hem Haliç''i hem de Boğaziçi''ni mükemmel bir açıdan görür.

Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman'a ;

“ Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der.

Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan'ı çağırtır.

Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür:

“ Buraya bir cami bir de külliye yapacağız. ! ”Diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır :“ Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…”

Sultan Süleyman şaşırır:

“ Sinan sen bu işten haberli gibisin ! ” der.

Mimar Sinan cevap verir :

“ Sultanım dünkü rüyanızda,

ben de bir adım gerinizde geliyor idim !"…