Doğruluk: İnsanın sözlerinin, davranışlarının, yaşantısının ve fikirlerinin gerçeğe uygun olmasıdır.

Doğru insan, her türlü yalanın, sahteliğin, kötülüğün, haksızlığın karşısında olup; doğrunun, doğruluğun, hakkın ve iyiliklerin yanında olandır. Haksızlık karşısında susmayıp haksızlığa boyun eğmeyendir.

Doğru insan yalan söylemez, başkalarının hakkını yemez, hakkı olmayan şeyi almaz. İnsanların hatalarını aramaz, hatası olanların hatasını yüzüne vurmaz. İnsanlara kötü söz söylemez, insanlara lakap takmaz, insanları alaya almaz. İnsanlara eli ile ve dili ile zarar vermez.  İnsanların hoşlanmadığı tavır ve davranışlarda bulunmaz. Menfaatinin  değil, doğru olanın peşinde olur.

Doğru insan, darda kalan insanlara yardım eder, sahip olduğu imkânları ihtiyacı olan insanlarla paylaşır. İnsanların sevinçlerine ve üzüntülerine ortak olur.  Empati yapar (kendisini karşısındakinin yerine kor), kendisi için istediğini başkaları için de ister. Kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkası için de istemez. İnsanlara faydalı olmaya çalışır. Öfkesine yenik düşmez. İnsanlara iyiyi doğruyu ve güzeli tavsiye eder. Güzel olan tavır ve davranışlarda bulunur.

Doğru insan olmanın vasıflarını taşıyan kişiye dürüst insan denir.  Dürüstlük doğru davranışlarda bulunan insanın sıfattır.

   Abdullah bin Ebî Evfâ radıyallahu anh anlatıyor:

Adamın biri pazarda bir malı satışa çıkarmış ve Müslümanlardan birini bu malı almaya teşvik etmek için de, verilen fiyattan fazlasına bu malı satın aldığına dair yeminde bulunmuştu. Bu hadise üzerine “Onlar ki Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini bir kaç paraya satarlar, işte onların âhirette hiç bir nasibi yoktur...” mealindeki Ayet-i Celîle nazil olmuştur.

(Buharî)

Peygamber aleyhisselâm yiyeceğe ait bir şey satan bir adama uğramıştı, ona:

— Ne satıyorsun? Diye sordu.

Adam da anlattı.

Bunun üzerine Allah'ın Resulüne satılan yiyecek maddesinin içine elini sokması vahyolundu. Peygamber aleyhisselâm elini o yiyeceğin içine sokunca, bir de baktı ki, o şeyin içi ıslak.

Bu tesbit üzerine:

— Bu ne, ey yiyeceğin sahibi? Diye sordular. Adam:

— Yağmur isabet etti, ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdi. Resulüllah aleyhisselâm:

— Yaş olan tarafını üstüne koysaydın da insanlar görseler, dedikten sonra, “Hile yapan kimse benden ve benim ümmetimden değildir” buyurdular.

(Müslim, Tirmizî)

   İmam-ı Azam Hazretleri, ticaretle meşgul olurdu. Elbisecilik yapan İmama kadının biri, ipek bir elbise getirip satmak istediğini söyledi. Hazreti İmam:

— Kaç paraya vereceksiniz? Diye sordu.

Kadın:

— Yüz dirheme! Dedi.

İmam-ı Azam, baktı ki elbisenin değeri yüz dirhemden fazla...

— Bu elbise söylediğinden fazla eder. Kaça vereceksin? Dedi. Kadın iki yüz dirheme verebileceğini söyleyince, O, yine değerinin fazla olduğunu söyleyerek artırmasını söyledi. Kadın artıra artıra dört-yüz dirheme kadar çıkardı ama, îmam-ı Azam Hazretleri yine de elbisenin değerinin bundan da yüksek olduğunu söylüyordu. Kadın şüpheye düşüp:

— Sen benimle alay mı ediyorsun. Ben bu elbiseyi satmak istiyorum. Kaça alacaksan al, dedi.

Kadının bu çıkışları üzerine, İmam-ı Azam Hazretleri:

— Anlaşılan biz bu elbiseye fiyat biçemeyeceğiz. En iyisi anlayan birisini çağıralım da buna o bir fiyat takdir etsin, diyerek bir elbiseci çağırdı. Gelen adam, elbisenin değerinin 500 dirhem olduğunu söyledi ve ancak ondan sonra İmam-ı Azam Hazretleri elbiseyi kadından satın aldı.