Hersabah rüyamda maruz bırakıldığım psikolojik baskıdan dolayı güne nasılbaşladığımı bilemezdim. Ama bugün öyle olmamıştı. Nedense bugün rüyamda hayatınkucağından yaprak gibi düştüğümü görmedim. Bu , bugüne nasıl başladığımıbildiğim anlamına gelmiyordu elbette. Yine de ‘’ merhaba yaşamak!’’ diyebaşladım güne dönüp canımı acıtan bu şey nedir diye bakmadan ardıma. Çünkü birnedenim vardı, bu anlamsız acıyı bastıran. Şehrin en prestijli gazetesinde biriş görüşmem vardı. Bir iş yapacaktım, kendimi iyi hissettiren bir şey, gönülleredeğen ruhları besleyen kırmayan incitmeyen bir şey… Yıllardır teşhisini koyamadığımbir sebepten uyku uyuyamazken dün gece bu sebepten uyuyamamıştım.
Bir gazetede yazmaktan daha önemli neolabilirdi şuan! Varlığımı daha anlamlı kılan bir eylemi bu denli sürekli aynıyönde akıp giden hayatın koşuşturmacasına teslim edemezdim. Hemen yanımdasağımdaki apartmanın girişinde heyecandan ne çaldığına dikkat etmediğim-aslında heyecandan değil de varoluşsal duruşum yüzünden diyebiliriz—gence biryüzlük attım. Dondurmasını yere düşüren ufaklığa yeni bir dondurma aldım,hayata bu kadar çaresiz ve şansız başlamasına izin veremezdim. Elindeki çiçekbuketini çöpe atan gence baktım, tam o anda her güzel şeyin bir sonu olacağınıhatırlamayı hiç istemezdim.
Bir işe başlamadan o işin sonunu düşünmemin,bu iş sürecinde yapacaklarıma mani olacağını görebilecek tecrübeye sahip olmamsırtımı bir söğüde dayamış hissi vermişti. Bu yüzden paylşatıkça çoğalan tekşeyi paylaşmak için sabırsızlıkla dostlarla toplanacağımız çay evine doğru yolakoyuldum. Bu heyecan içimdeki yüce tohumlara su serpiyor, hayat veriyordu.Biraz sevinç biraz heyecan derken insanların akıp giden bu telaşına ayakuydurduğumu fark edip şöyle bir durduğumda, vardım mı diye sağa sola bakındım.Varmış olmakla da varılıyor mu ki öyle hemen? Hangi yol vardım demekle bitiyorki? Varacağım tek yerin yolda olmak olacağını bildiğimden bu sorulara ve halaanlam veremediğim hayatın akışına aldırış etmeden yoluma devam ettim, buduyarsızlığın beni nereye götüreceğinden emin olamasam da.
Bugünden sonra hayata daha farklıbakmalıydım. Her şeyin altından bir mana çıkarmalı ve görünenin ardındasaklanan sırların peşinde olmalıydım. Bunun yani her şeyin bir manasınınolduğunun ve bunların görünenin ardında saklandığının aslında yirmi yaşımakadar hayatın anlamının bu olduğunu ve varlığımı böyle böyle daha anlamlıkılacağımı anlamam,beş yılımı almıştı. Bilemezdim, yirmi yaşıma kadar görünüşeönem verilen gözünün görmediğine inanmayan bir toplumda kendime yer edinmeyeçalışmanın bana beş yıl kaybettireceğini.
Yolun gölgesinde yürüdükçe ferahlayan zihnimemevsimin karasızlığı takıldı. Bunun manasını da ararken çay evine geldiğimifark ettim. Dostlar oradaydı, derin muhabbetin içinde olduklarını anlamak çokzor olmadı. Mesela Ramazan – en son üç yıl önce görüştük şuan ne iş yaptığınıbilmiyorum aslında bakarsanız ne iş yaptığını hiçbir zaman bilmedim bilmek deistemedim; dostların yaptığı mesleklerin aradığım manayı daha da derinleresaklayacağını düşündüm, işimi daha da zorlaştıracak değildim- her şeyi yüzeyselyaşamasına rağmen konu ne olursa olsun anlatacağını elini kolunu oynatır veadeta yaşayarak anlatırdı. Çoğu kez anlatış tarzına takılıp kaldığımdan neanlattığını dinleyemezdim. Onun için önemli olan anlaşılmak değildi zaten,önemli olan anlatmak ve birileri tarafından dinlenmekti. Semih ise iyi birdinleyiciydi. Bunu yaklaşık beş dakika boyunca yerinden kıpırdamadan çayınıbile yudumlamadan Ramazan’ı dinlemesinden anlayabilirdiniz. Bu gösterininhiçbir anını kaçırmak istemiyordu anlaşılan. Onları izlerken bu anın ardındakimana ne olabilir diye sordum kendime.
Bu kadargösterişli ve çok konuşmanın içerisinde ne kadar yalan barındırdığını meraketmiştim. Aradığım mana bu olabilirdi, emin değildim. İnsan zaten en çokkendine yalan söyler en zor da kendi kendini ikna edebilirdi. Kendimi iknaedememiştim. Ramazan sürekli konuşuyorken Semih ve diğerleri sadece dinliyordu.Şimdi Ramazan’ın mı kelimeleri daha çoktu yoksa Semih ve diğerlerinin mi? Buvakitten sonra hayata yeni açmış bir çiçeğin gözleriyle bakacağımı yeniledimkendi kendime. Mezarım sırtımda gezinmeliydim. Ölüm yükünü sırtımdahissetmediğim an, mananın üstüne örtülmüş bir perde demekti çünkü. Kendimidinlemekten Ramazan’ın derin muhabbetini kaçırmıştım.
Bütün bunları bırakıp yaşadığım anın ruhunainerek sancısını yakamalıydım. Bu kendimi kendimi hayatın akışına bırakacağımanlamına gelmemeliydi. Aksine bütün hayatımı bu düzene ayak uydurmakla geçirmek yerine anın ruhuna inerek daha yüceşeylerin peşinde olduğum anlamına gelmeliydi. İnsan bunun için yaratılmamışmıydı zaten?