Haram, İslâm dininde kesin olarak yapılmaması istenilen şeydir. Doğrudan haramlar; genel olarak korunması zarûrî olan beş şeyi zedeleyen ve onlara zarar veren fiil ve hareketlerdir. Bu beş şey: Can, mal, akıl, din ve nesildir. Canı; öldürme yasağı, malı; hırsızlık, aklı; içki yasağı, dini; İslamî esasları temelinden bozan davranışların yasaklanması ve nesli de; zina yasağı korumuş olur.
Haram veya helalleri belirleme hakkı Allah ve Rasûlüne aittir. İnsanlara böyle bir yetki verilmediği âyette şöyle ifade edilir: "Ey iman edenler! Allâh'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve sınırı aşmayın" (Mâide, 5/87).
Kur'ân'da haram olduğu bildirilen başlıca yiyecek ve davranışlar şunlardır:
"Allah size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.”(Bakara, 2/173).
"Ey mü'minler!, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), Şans okları, şeytan işi bir pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (Mâide, 5/90).
İslâm kötü, pis ve zararlı bir takım şeyleri, kötü fiilleri yasaklamakla kalmadı, kötülüğü kökünden yok etmek için harama götüren yolları ve vesileleri de haram kılmıştır.
Şüpheli şeylerden kaçınmak da harama karşı bir tedbirdir. Hadislerde şöyle buyurulur: "Helâl açıktır, haram da açıktır. Bu ikisi arasında şüpheli birtakım işler vardır" (Buharî) "(Şüpheli şeylerden) senin gönlünü rahatsız eden şeyi bırak, rahatsız etmeyeni yap" (Tirmizî,).
ALLAH HARAMDAN KAÇANI KORUR
Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) babasının tersine bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği
Bir söz vardı: "Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)
Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi.
Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Başyemek kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar veadamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh, Nimetullah Efendi'ye sordu:
- Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?
- Evet korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.
- Ama hocam seni korumadı, sende bizimle birlikte haram yedin.
- Hayır, ben haram yemedim haramı siz yediniz.
- Boşuna iddia etme hocam, sofrada yediğimiz kuzuyu benim adamlarım çalmıştı, hırsızlık malıydı o...
- Olabilir, size haramdı, ama bana helaldi.
- Nasıl olur hocam, çalınmış bir kuzu bize haram, sana helal?
Nimetullah Efendi sözünü bağladı:
- Eğer inanmıyorsanız, kuzunun sahibini bulun sorun...
Gerçekten hükümdarın adamları çaldıkları kuzunun sahibini buldular. Yaşlı bir kadındı kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini itiraf ettiler ve parasını ödemek istediklerini söylediler. Kadın parasını almayı reddetti ve kendilerine beddua etti.
- Ben o kuzuyu parası için değil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış, ona ikram etmek için yetiştiriyordum, diye açıklamada bulundu.
GERÇEK TEDBİR BUDUR
İstanbul'un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük âlimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi. Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu delmek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa'nın oğlu da bunu yapıyordu.
Sakalar, "Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer" diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa'ya şikayet ettiler. Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Şeyh Vefa sakalara, "Tamam" dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.
Önce kendinden işe başladı. "Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?" diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu; "Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü" dedi. Hanım;
Düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş. Bunu şeyhe anlattı.
Şeyh Vefa "Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile" diye tembihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikâyet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.